Aşağıdaki bağlantı üzerinden makaleye ulaşabilirsiniz.

Ortadoğu Masa Çalışması

 27 Aralık 2014/Florya-İstanbul

Giriş
Tanım

Ortadoğu, çekirdeğini Müslüman unsurların oluşturması nedeniyle yalnızca
bir coğrafyaya işaret etmez. Sahip olduğu dinî-kültürel özellikleriyle
birlikte bu coğrafya İslam’ı ve İslam dünyasını temsil etmektedir.
Ortadoğu Peygamberler diyarıdır. Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın ve Hz.
Peygamberimizin diyarı olan bu coğrafyanın meselelerini oryantalist bakış
açısıyla anlamaya çalışmak bizi derin yanılgılara sürükleyebilir. Merkezin
‘Kabe’ olarak alındığı yeni tanımlamalar yapılmalı, bu topraklar kaynağını
imandan alan hürriyet-i şeriyenin parladığı topraklar olarak aslına döndürülmelidir.

Teşhis

Ortadoğu coğrafyası bugün iç içe girmiş, bir çok alana yayılmış problemler
yumağı ile boğuşmaktadır. Çok yönlü ele alınabilecek meselelerle
karşı karşıya olan Ortadoğu’yu ele alırken, bu coğrafyanın özünü oluşturan
tarihî, dinî, kültürel özellikler dikkate alınmalıdır.
Tarihî açıdan Osmanlı’nın çöküşü problemin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.
Osmanlı çöktükten sonra Ortadoğu coğrafyasının bütün
dengeleri değişmiş; diktatörlükler, krallıklar, farklı yapılar farklı problemleri
beraberinde getirmiştir. Sünnî yapıyı temsil eden Osmanlı’nın çöküşü ve
bu topraklar üzerindeki hamilik rolünü bırakması bu bölgelerin marjinal
yapıların denetimine girmesine yol açmıştır. Bu yapılara direnç oluşturan
Sünnî ulema yapısının da çökertilmesi, bölgenin Şiîlik gibi marjinal bir
inancın denetimine girmesi ve Irak ve Suriye’deki ulemanın tasfiyesi bu
coğrafyayı dış güçlerin proje sahası, Vehhabi-Şiî çatışmasının arenası haline
getirmektedir. Böylece İslam âleminde ciddi fay hatları oluşturulmaktadır.
Batı’nın çıkarları ile örtüşen İran önderliğindeki Şiî çatışma, Sünnî İslam
dünyasını bölmekte, kafa ve gövde ayrılmaktadır. Kafayı, beyni temsil
eden Türkiye ile gövdeyi temsil eden Arabistan, Kuzey Afrika birbirinden
ayrılarak muhtemel bir ittihadın önüne geçilmektedir. Oysa bu topraklar,
medeniyet üretme kapasitesine sahip yegane İslam coğrafyasıdır.
Gelinen noktada İslam dünyasındaki gayr-i İslamî nizam, İslam’ın
özüne ve ruhuna aykırı oluşum ve uygulamalar bugünkü problemin özünü
oluşturmaktadır. İslam’ın özüne hakim olan hürriyet-i şer’iye anlayışının
terk edilmesi ile otoriter yapılar, hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı uygulamalar
doğmakta, bunlar da mezhepçilik ve milliyetçilik gibi bugünkü problemleri
tetiklemektedir.

Çözüm

Kendi medeniyetini ve ruhunu kaybederek şiddetli bir travmaya maruz
kalan İslam âleminin bu travmadan kurtuluşunun ilk adımı kâmil insan
manasındaki model insanın ortaya çıkarılması, fazıl bir toplumun oluşturulmasıdır.
Bediüzzaman Said Nursî “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve
hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef ’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri
elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki, küre-i arzın bazı kıt’aları ve
devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.” diyerek Müslümanların temsil
rolüne dikkat çekmekte, fazıl insan ve toplum modelinin oluşma şartlarını
nazarlara sunmaktadır.
İslam dünyasının birkaç asırdır devam edegelen gerileme, çöküş sürecinin
asıl nedenlerine dikkat çeken Bediüzzaman Said Nursî, “cehalet, zaruret
ve ihtilaf ”ı üç büyük düşmanımız olarak tesbit etmekte, “maarif; ittifak
ve muhabbet-i millî; teşebbüs-ü şahsî ve sa’y-i nefsî’yi” de kurtuluş reçetesi
olarak sunmaktadır.
Bugün her sahada derin bir kriz yaşayan Ortadoğu meselesini çözmek
için atılması gereken en önemli adımlardan biri İslam âlemindeki ulemayı
birleştirmekten ve uygun zeminlerde bu ulemayı buluşturmaktan geçmek
tedir. Geleceği olmayan bir toplum görüntüsü veren İslam toplumlarının
ayağa kalkması, tarihten gelen sorunlarını halledebilmesi İslam ulemasının
Kur’ânî değerler çerçevesinde yol göstericiliğine bağlıdır.
Bu noktada, Risale-i Nur’un uluslararası ilişkiler açısından ortaya koyduğu
metod ve kullandığı tabirler uluslararası ilişkilerde kabul gören değerler
ve kurallar manzumesine denk gelmektedir. Fikri, dinî, siyasal özgürlükler,
temek hak ve hürriyetler evrensel değerler olarak Risale-i Nur’da
yer almaktadır. Ortadoğu’nun bu noktada gelişim takip etmesi, bu değerleri
Kur’ân’ın değerler manzumesi olarak ortaya koyan Risale-i Nur’a kulak
vermesiyle mümkün olacaktır.
Bediüzzaman’ın Said Nursî’nin en önemli projelerinden biri olan
Medresetü’z-Zehra, kendi coğrafyasını aşarak İslam dünyasını ve bütün
insanlığı kuşatan özelliklere sahiptir. Medresetü’z-Zehra İslam âleminin
teraküm etmiş problemlerini anlamak ve çözmek için anlaşılmayı bekleyen
bir medeniyet projesidir. Fars’ı, Arab’ı, Kürd’ü ve Türk’ü birleştiren,
mehasin-i medeniyetin yollarını gösteren Medresetü’z-Zehra Ortadoğu’yu
da aşan bir insanlık projesidir.
Bugünkü eğitim sistemimiz Bediüzzaman’ın üç büyük düşmandan biri
olarak nitelediği ‘cehalet’ hastalığını izale edecek ve kâmil insan yetiştirecek
niteliklerden uzaktır. Bugünkü eğitim sistemimiz içinde yer alan İmamhatipler
seküler, Kemalist yaklaşımlardan kurtarılmalı, Medresetü’z-Zehra’nın
prototipi olarak bir medeniyet projesine dönüştürülmelidir.
Diğer bir yönü ile, Ortadoğu meselesini insanlığın meselesi olarak dünya
gündemine taşımak, çözümü siyasî ve askerî odaklı yaklaşımlardan ziyade
daha çok sivil ve insanî yaklaşımlarla ele almak gereklidir.
İslâmiyet insaniyet-i kübradır. İnsaniyet, adalet, merhamet, şefkatvb.
değerler etrafında kümelenmek hem doğuyu hem de batıyı bu değerler
etrafında toplamak yalnız Ortadoğu’ya değil, insanlığa da barış ve huzur
getirecektir.
İnsanlığın problemi haline gelen Ortadoğu dindar İsevîler gibi insanlarla,
insaniyete dair değerleri benimseyenlerle birlikte çözülebilir. Mimsiz
Batı medeniyetini temsil eden ‘İkinci Avrupa’ile değil, dindar İsevîlerle birlikte
işler yapacağımız yollara tevessül etmeliyiz.
Bir iç mesele gibi algılanan Kürt meselesi de Ortadoğu meselesinin çözümünde
anahtar kavramlardan biridir. Arap Baharı’nda Ortadoğu’nun
talep ettiklerinin en idealini kendi toplumumuz için kurgulamalı; Kemalist
modernizasyonun dışladığı ortamdan çıkıp herkesin birbirini kabul ettiği
bir Türkiye’nin kurulması için çabalamalıyız. Bu çabanın en önemli adımı
demokrat bir anayasanın hazırlanmasıdır.
Bölgenin en dinamik toplumu haline gelen Kürtler, ulus devletlerin
getirdiği seküler anlayışın etkisine girme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kürtler
aracılığı ile İslam dünyasını dar bir bölgeye sığıştırmak amacı taşıyan
Marksist projeler karşısında dikkatli olunmalı, barış süreci sürdürülerek
demokratikleşme tamamlanmalıdır. Barış ve hürriyet ortamı genişledikçe
problemler gerileyecektir.
İslam dünyasında temel akımlardan birisi iktidarı amaçlayan siyasal
İslam’dır. Siyasal İslam düşüncesinin ana eksenini oluşturan Seyyid Kutup
ve Mevdudi geleneği İslam dünyasını derinden etkileyerek çıkmaza sürüklemiştir.
Siyasal İslam’ın pragmatist yapısı Risale-i Nur hareketinin önünde
bir bariyer oluşturarak bugünkü olumsuzlukları tetiklemiştir. Siyaset üzerinden
kurulmaya çalışılan İslam toplumu projesinin çöktüğü bugün daha
net görülmektedir. Bu noktada Müslüman Kardeşler’i Risale-i Nur modeline
yakınlaştıracak yollar aranmalıdır. Son gelişmeler ışığında okunduğunda
Müslüman Kardeşler’in demokratik değerlere sahip çıkması dikkate değer
bir değişimdir. İslamî hareketlerin demokratik değerler etrafında buluşması
İslam âleminde özlenen ittihadı da kolaylaştıracaktır.
Siyasal İslam, geldiği nokta ile İslam toplumlarına ümit vaad etmekten
uzaktır. Risale-i Nur yöntemleri ve mantığı bütün meşreplere kesimlere
Ortadoğu’ya ve İslam âlemine daha güçlü daha organize sistematik şekilde
iletilmelidir.
Sosyo-kültürel ve dinî olarak Ortadoğu, birden fazla İslam’ı temsil eden
parçalı bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda bu parçalı yapının birleşme yollarından
biri Bediüzzaman Said Nursî’nin meşrutiyet ile dile getirdiği katılımcı
demokrasidir.
Müsbet iman hizmetini ortaya koyan Risale-i Nur modeli, çatışmalarla
boğuşan Ortadoğu’nun kurtuluş reçetesidir. Müsbet hareket, kâmil insan
yetiştirmek isteyen Nebevî yöntemi temsil etmektedir. Bu coğrafya Risale-i
Nur’un tahkikî imanla kâmil insan yetiştirme hareketine her zamankinden
daha fazla muhtaçtır. Ortadoğu’da barış süreci ancak Risale-i Nur’un metodlarıyla
ve prensipleriyle mümkündür.
Kendini Ortadoğu’ya sınırlarına mayın döşeyecek kadar kapamış olan
Türkiye ne yazık ki Kemalist vurgularla Arap dünyası ile bağını koparmıştır.
Türkiye ile İslam dünyası arasındaki kalbî bağın kurulması elzemdir.
İnsan beyni ve işleyişi ile bugünkü dünya işleyişi benzerlik göstermektedir.
Beyindeki sağ lob duyguları, sol lob aklı daha etkin ve kontrollü kullanmaktadır.
Dünyanın geneli insan modeline dönüştürüldüğünde sağ lob
Doğu toplumlarına, sol lob Batı toplumlarına uygun düşmektedir. Bu noktada
Türkiye Doğu ile Batı’yı birleştirici bir rol üstlenebilir. Risale-i Nur’un
bu topraklarda olması böyle bir rolü ülkemize yüklemektedir. Bu rol iki
yönlü düşünülmelidir. Doğu ya ve Batı’ya gidebilecek bir Türkiye modeli
insanlığın kurtuluş reçetesi olacaktır.
Çözümün büyük resmini İttihad-ı İslam oluşturmaktadır. Bediüzzaman
Said Nursî ittihadın cehille olamayacağını belirtmekte, her yerde geçerli
olan ‘cehalet zaruret ve ihtilaf ’ tablosunun değişmesi için Risale-i Nur’un
adalet, hürriyet, hak ve hukuk, fazilet, ittihad, ittifak, marifet, muhabbet gibi
Kur’ânî prensiplerini önermektedir.

 

 

 

KATILIMCILAR

 Prof. Dr. Ahmet Battal
(Oturum Başkanı)
Ahmet Dursun (Sekreter)
Prof. Dr. Ensar Nişancı
Prof. Dr. Ertan Efegil
Prof. Dr. Muhammet Gür
Prof. Dr. İsmail Taşpınar
Doç. Dr. Adem Ölmez
Doç. Dr. Mahmut Akpınar
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu
Dr. Hakan Yalman
Müfid Yüksel
Nimet Demir
Mehmet Ali Kaya
Mehmet Kaplan