Editör

 

Dinî, siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda tarih boyunca stratejik bir
öneme sahip olan ve çeşitli mücadele alanlarının odağını oluşturan Ortadoğu,
son yıllarda da çatışma ve savaşlarla kendinden söz ettirmektedir. Üç
semavî dinin doğduğu topraklara şahitlik ederek tarihî derinliğini ve önemini
günümüze taşıyan Ortadoğu bugün dünyanın en gerilimli coğrafyası
olarak bir çok yönüyle yeni okumalara ve değerlendirmelere açıktır.
20. yüzyılın başlarında ortaya atılmış coğrafî bir kavram olarak literatürdeki
yerini alan Ortadoğu, çekirdeğini Müslüman unsurların oluşturması
nedeniyle yalnızca bir coğrafyaya işaret etmez. Bu yönüyle Ortadoğu sahip
olduğu dinî-kültürel özellikleriyle birlikte İslam’ı ve İslam dünyasını temsil
eder. Bununla birlikte bu coğrafyanın vahye dayalı diğer semavî dinlere
beşiklik etmesi, insanlığı etkileyen kültürel oluşumların Ortadoğu’da ortaya
çıkmış olması bölgeyi dinî açıdan önemli hale getirmekte, din hissinin
bu bölgeye hakim olması ise kadim problemlerin çözümü noktasında yeni
ipuçları sunmaktadır. Bu bağlamda dinî yaklaşımların da katkısıyla bölgede
sağlanacak huzurun dünya barışına katkıda bulunacağı unutulmamalı, bunun
nasıl sağlanacağının cevapları aranmalıdır.
Buradan hareketle, aşılması gereken bir çelişki olarak, son yıllarda bölgede
giderek artan terör olaylarının ve kanlı çatışmaların İslamî unsurlarla
özdeşleştirilmesi sorgulanması gereken bir durumdur. Çoğunlukla İslamı
temsil eden bu coğrafyada oluşan kanlı çatışma alanlarının hangisinin
İslam’la ilgili olduğu ve bu hususlarda İslamî yaklaşımın ne olduğu tartışılması
gereken bir durumdur.
Jeostratejik-kültürel-ekonomik değeri nedeniyle Ortadoğu, tarih boyunca
dünya üzerindeki etkinlik ve hakimiyetini sürdürmek isteyen Batılı
büyük oyuncuların gözdesi olmuştur. Oryantalist yaklaşımlarla Doğu’yu
geri kalmış, durağan, bedevi ilan eden Batılılar, Ortadoğunun dönüştürülmeye
muhtaç olduğu düşüncesini farklı şekillerde pratik alanlara taşımışlardır.
Oryantalist bakış açısının nasıl kırılacağıyla birlikte geçmişte dünyaya
kültür ve medeniyet transferiyle öne çıkan bu coğrafyanın asli misyonuna
nasıl döndüreleceği sorgulanması gereken bir husustur. Bu hususta
Bediüzzaman’ın “doğru İslâmiyet ve İslâmiyet’e layık doğruluk” önermesinin
hangi pratiklere işaret ettiği de tartışılması gereken bir meseledir.
Son yıllarda Irak, Afganistan, Filistin gibi birçok İslam ülkesinin çeşitli
işgallere ve saldırılara maruz kalması, İslam›ın mamur beldelerinin çiğnenerek
binlerce masum Müslüman’ın katledilmesi; bir çözüm önerisi olarak
İttihad-ı İslâm fikrini gündemimize taşımaktadır. Teorik olarak İslam dünyasının
geleceği açısından büyük öneme sahip olan İttihad-ı İslam düşüncesinin
pratik alanlara nasıl taşınacağı cevaplanması gereken bir sorudur.
Bu noktada geçmişin acı bir denemesi olan Bağdat Paktı gibi İslam dünyasını
birleştirici paktların coğrafyanın kaderi açısından ifade ettiği anlamla
birlikte İttihad-ı İslam’ın imkan sahası da konuşulmalı, İttihad-ı İslam kavramının
ifade ettiği anlam her yönüyle ortaya konulmalıdır.
İrdelenmesi gereken bir başka husus da, demokratik talep ve arayışları
ifade eden Arap Baharı sürecinde görüldüğü gibi, çözüm yollarını tıkayan
ve bölge ile özdeşleşen müstebid yönetim ve uygulamalardır. İslam’ın hürriyetçi
metinlerine ve vurgularına rağmen günümüz ortadoğusunda despotik
yönetimlerin hakim olması, özlenilen hürriyetçi ortamların nasıl oluşturulacağı
noktasındaki soruları artırmaktadır. Bu noktada Bediüzzaman’ın
hürriyetçi yaklaşımlar çerçevesinde yaptığı bölge ile ilgili analizlerinin ele
alınması faydalı olacaktır.
Netice itibariyle yakın zamanda Irak’ın işgali, Arap Baharı süreci ve iç
savaşlarla gündeme gelen, BOP gibi projelerle sürekli genetiğiyle oynanan
Ortadoğu bugün de Suriye meselesi, IŞİD vb. olgularla hayat ve ölüm arasında
sıkışıp kalmıştır. Bu kavramların anlaşılması çözüm yolları açısından
faydalı olacaktır. Buunla birlikte anlık değişen şartları ile dünyanın gündeminde
kalmaya devam eden Ortadoğu’nun geleceğinin insanlığın geleceği
ile ilgili olduğunu da vurgulamak anlamlı olacaktır. Bu noktada Bediüzzaman
Said Nursî’nin yaklaşımlarının önem kazandığını düşünmekteyiz.
Eserlerinde Ortadoğu kavramı yerine İslam âlemi terkibini kullanmayı
tercih eden, bölgeye ekenomik ve stratejik değerlendirmeler üzerinden bakan
materyalist yaklaşımlar yerine din ve medeniyet gibi değerler üzerinden
anlam yükleyen; hak, adalet, uhuvvet, muhabbet, sıdk, hürriyet ve insaniyet
gibi evrensel değerler üzerinden verdiği birlik mesajları ile bölge insanına
ümit aşılayan; İttihad-ı İslam üzerinden evrensel bir medeniyet tasavvuru
kuran Bediüzzaman’ın yaklaşımları topyekün huzurlu bir gelecek için anla-
6 şılmayı beklemektedir.
Biz de bunları göz önünde bulundurarak yeni sayımızın konusunu “Ortadoğu”
olarak belirledik ve konuyu “Ortadoğu, İslam âlemi, İttihad-ı İslam,
din, mezhep, kürt sorunu, enerji kaynakları, petrol, milliyetçilik, İslam
kardeşliği, sosyal bağlar, tesanüd, uhuvvet, muhabbet, savaş, terör, cihad,
i’lâ-yı kelimetullah, geri kalmışlık, ümitsizlik, istibdat, ferdiyetçilik, fakirlik,
ilerleme, eğitim, Medresetü’z-Zehra, cehalet, hilafet, hürriyet, istibdat,
dünya barışı, sömürgecilik, modernizm, İsrail, IŞID, BOP, Selefilik, Haricilik,
Sünnî-Alevî, Asr-ı Saadet… “ kavramları etrafında işledik ve konu
ile ilgili ilgili tartışma konularına bir masa çalışması ile de cevaplar aradık.
27-28 Aralık 2014 tarihlerinde düzenlediğimiz ‘Ortadoğu’ konulu masa çalışmasının
sonuçlarını ve İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen bir panel ile
kamuoyu ile paylaşılan sonuç deklarasyonunu bu sayımızda okuyabilirsiniz.
Sizleri dergimizle başbaşa bırakırken gelecek sayımızda “Bir Tecdid
Hareketi Olarak Risale-i Nur” konulu 10. Risale-i Nur Kongresi’nin tebliğleriyle
karşınızda olmayı ümit ediyoruz.