Editör

Türkiye köklü bir anayasal geçmişe ve demokrasi geleneğine rağmen
çağdaş demokrasilerin çıtasına henüz ulaşamamış, meşrutiyet denemelerinden
bu yana siyasi ve iktisadi krizlerden bir türlü kurtulamamıştır. Bilhassa
seçilmiş yönetimlere karşı yapılan darbelerin ve antidemokratik müdahalelerin
bu krizlerin ana nedeni olarak gösterilmesi siyasal sisteminin
değiştirilmesine yönelik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Parlamenter
demokrasiyi benimseyen ülkemizin siyasal yapısının darbelerle birçok
kez sekteye uğratılması, geçtiğimiz günlerde de antidemokratik ve kanlı
bir darbe girişimine maruz kalması “Başkanlık Sistemi”ni tekrar tartışmaya
açmıştır.
Tarihi derinliğiyle birlikte Parlamenter açıdan 1909’la başlayan siyasi
ve iktisadi krizlerin, sisteme ve yönetime yönelik anti-demokratik müdahalelerin
engellenememesine karşı geliştirilen ve önerilen yöntemlerden
birisi ‘Başkanlık’tır. Siyasi tarihimiz boyunca darbelerin engellenemeyişi,
güçlü hükümetlerin sürekliliğinin sağlanamaması, koalisyon denemelerinin
genellikle başarısız oluşu, hükümetlerin parlamento tarafından denetleme
imkanının kısıtlılığı, iktidar partilerinin yasamayı kuvvetler ayrılığı ilkesini
ortadan kaldıracak şekilde kendi lehlerinde kullanmaları, parti içi denetleme
mekanizmalarının sağlıklı işleyememesi, Cumhurbaşkanının üstün yetkileri
ve ülkemizde bilhassa Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden sonra
oluşan yönetimdeki çift başlılık gibi hususlar ‘Başkanlık’ önerisinin nedenleri
arasında sayılmaktadır.
Bununla birlikte özellikle çok dinli ve kültürlü bir imparatorluk bakiyesi
üzerine inşa edilen Türkiye’nin etnik ve mezhepsel fay hatları üzerinde
olması, çeşitli sosyal ve kültürel farklılıkların her alanda kendini hissettirmesi,
yüz elli yıllık demokrasi geçmişine sahip olmasına rağmen çoğulcu
bir demokratik sistem ve kültüre kavuşamaması sistemle ilgili kuşkuları
çoğaltmaktadır. Bu kuşkular; örnek olarak sunulan, farklı ırkları bir arada
tutmakta başarılı ‘ABD Modeli’nin Türkiye’de başarılı olup olamayacağını
da tartışmaya açmaktadır.
Bu çerçevede dünya genelinde özellikle ABD tarafından başarıyla uygulanan
bu sistemin ABD dışındaki ülkelerde otokratik diktatörlüğe evrilmesi
demokrasisi eksik olarak tanımlanan ülkemiz için de aynı endişeleri
gündeme getirmekte, Türkiye’nin bu endişeleri nasıl gidereceği merak edilmektedir.
Bununla birlikte ‘Başkanlık’ tartışmaları neredeyse bir asra yaklaşan
‘Kürt Sorunu’ nedeniyle zaman zaman gündeme getirilen “özerklik, fedaratif
devlet” gibi tartışmaları da beraberinde getirmektedir. “Adem-i merkeziyet”
olarak tarihsel derinliğe sahip bu kavramların işaret ettiği siyasi,
sosyal, kültürel ve ekonomik kriz alanlarının belirlenmesi, tarihsel derinliği
içinde ele alınarak günümüz açısından değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Muhtemel tartışma konusu olan bu meselede Bediüzzaman Said
Nursi’nin konuyla ilgili referansları son derece önemlidir. Asrın başında
Prens Sabahattin’in “teşebbüs-i şahsi ve adem-i merkeziyet” fikrini ele alan
Bediüzzaman Said Nursi, “Prens SabahaddinBey’in Sû-i Telâkki Olunan Güzel
Fikrine Cevap” başlığı altında konuyu değerlendirmiş, “ittihad” vurgusu
yaparak adem-i merkeziyet fikrinin siyasî kulüpler vasıtasıyla ve istibdat
cihetiyle etnik ve mezhepsel farklılıklardan dolayı merkezden kopuşlara neden
olacağını, verilecek ‘muhtariyet’in bağımsızlık isteklerine dönüşeceğini
ve bunun da “tevaif-i mülûk” suretinde parçalanmaya yol açacağını belirtmiştir.
Bilhassa İslam dünyasında son yıllarda meydana kanlı hadiselerle
birlikte gelen parçalanmalar ışığında ele alındığında Bediüzzaman’ın yüzyıl
önceki endişelerinin bugünler açısından anlamının belirlenmesi, Başkanlık
tartışmalarıyla birlikte gündeme gelmesi beklenen ‘özerklik’ tartışmalarının
sağlıklı zeminlere oturtulması açısından faydalı olacaktır.
Bediüzzaman’ın “et-tırnak” şeklinde birbiriyle kaynaşmış olan Türklerle
Kürtleri ayrıştırmak üzere dile getirilen etnik milliyetçilik odaklı kurgulara
‘muhabbet, ittihad, İslamiyet milliyeti’ gibi vurgularla karşı çıkması dikkate
şayandır. Aynı dönemde Şerif Paşa’nın Ermeni Nubar Paşa ile Paris’te
imzaladığı Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasına yönelik itilafnameyi
şiddetle reddederek Kürt milletini temsil yetkisinin Meclis-i Mebusan’a ait
olduğunu nazara vermesi, dış mihrakların etkisinden arınmış bir parlamenter
yapı içinde çözüm aranmasına dikkat çekmesi, bugünkü tartışmalara yol
gösterecek niteliktedir.
Biz de bunları göz önünde bulundurarak 136. sayının dosya konusunu
‘Başkanlık ve adem-i merkeziyet’ olarak belirledik. Konuyu “Demokrasi, parlamenter
demokrasi, siyaset, anayasa, başkanlık, yarı başkanlık, kuvvetler ayrılığı,
yasama, yürütme, yargı, seçim, meclis, darbeler, siyasi ve ekonomik krizler,
adem-i merkeziyet, teşebbüs-i şahsi, Kürt Sorunu, üniter devlet, federatif dev
let, özerklik, milliyetçilik, din, çok kültürlülük, çoğulculuk, meşrutiyet, hürriyet,
adalet, statükoculuk, otoriterizm, diktatörlük, ittihad, muhabbet, muhabbet-i
milliye, Medresetüzzehra” kavramları ışığında ve aşağıdaki sorular eşliğinde
işlemeyi planladık.
Siyasi kronoloji içinde Başkanlık sisteminin yeri nedir, bu sistem nasıl tanımlanmaktadır?
Tarihi derinliği içinde Türk siyaset tarihinde başkanlık ile
ilgili tartışmaları nereye oturtmak gerekir? Bu sistemin demokratikleşmeye
katkısı ne olacaktır? Hali hazırdaki yapımızın demokratikleşme noktasındaki
başarısızlığının temel nedenleri nelerdir? Başkanlık sisteminin bizim
gibi farklı kültür, ideoloji ve etnik yapıları temsil eden çok partili sistemde
uygulanabilirliği nasıl olacaktır? Bu çerçevede ‘Üniter devlet- Federal Devlet’
tartışmalarını nasıl değerlendirmek gerekir? Örnek model gösterilmesi
hasebiyle Türkiye’deki demokrasi ve uzlaşma kültürünün bu sistemi başarıyla
uygulayan ABD kadar pekişmemiş olması, sistemin bize uyarlanması
açısından nasıl sonuçlar doğuracaktır? Başkanlık sistemini uygulayan ülkeler
hangileridir? Bunlardan hangileri başarılıdır? Son yıllarda sıkça yapılan
“özerklik” tartışmaları Başkanlık sisteminin bir parçası olarak mı düşünülmekte
yoksa Türk Tipi Başkanlık da denilen farklı bir sistem mi kurgulanmaktadır?
Adem-i merkeziyetle ilgili bu tartışmada Bediüzzaman’ın “Prens
Sabahaddin Bey’in sû-i telakki olunan güzel fikri” olarak değerlendirdiği
‘güzel fikir’ ile kastedilen nedir? Şayet bu adem-i merkeziyet ise bu uygulamanın
yapılabilmesinin şartları nelerdir? Padişahlık, Meşrutiyet, Cumhuriyet
gibi farklı siyasal sistemleri yaşamış olan Bediüzzaman’ın genel olarak
bu hususlardaki görüşleri nelerdir?
Sizleri dergimizle baş başa bırakırken farklı bir konu ile bir sonraki sayımızda
buluşmayı ümid ediyoruz.