Editör

Bediüzzaman Said Nursî, İslâm toplumlarının son birkaç asırdır maruz
kaldığı her alandaki gerileme halinin sebeplerini veciz bir şekilde
özetler: “İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine
vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeple İslâmiyetin
hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Ta, o da bizden nefret
ederek evham ve hayalatın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.” İslâm
toplumlarını sonuçları itibariyle derinde sarsan bu tesbit her yönüyle
değerlendirilmeyi beklemektedir.
Son yıllarda terör, fakirlik, geri kalmışlık, ihtilaf, istibdat ve iç savaşlar
gibi menfi olgular bu tesbiti doğrular nitelikte olup İslâm dünyasının
nasıl bir yöntemle bu etiketten sıyrılacağı; İslâmın özünü ifade eden
barış, hürriyet, adalet, ahlak ve fazilet değerleriyle nasıl bezeneceği ve
çeşitli problemlerle boğuşan insanlığa hangi metodlarla nasıl katkı sağlayacağı
en çok tartışılan hususlar arasındadır.
Daha geniş ölçekte tartışılan bir diğer husus ise insanlığın geleceğine
dair teorilerle ilgilidir. Küreselleşme olgusuyla birlikte küçük bir
köy haline gelen dünyamız gittikçe hızlanan sosyal, siyasi ve ekonomik
değişimlere cevap verebilmek için yeni bir değerler manzumesine ihtiyaç
duymaktadır. İslâm aleminin insanî değerlerin ön plana çıktığı,
sulhu umumiyi temin edecek arayışların hızlandığı bir dünyaya sunacağı
katkı merak konusudur. Ne yazık ki son yıllarda İslâm aleminde meydana
gelen gelişmeler bu noktada iç açıcı değildir. Bu durum insanlığı
saadete ulaştıracak formüller arasında İslâm dünyasının yerini ve İslâmi
değerleri tartışmaya açmaktadır. İslâm aleminin Batı ile ilişkileri, din
–siyaset- devlet ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturtulamaması, terörle
özdeşleştirilen bir İslâm algısı, yenilmişlik ve geri kalmışlık psikolojisinin
doğurduğu refleksler, istibdat, zulüm ve tahakkümle anılan bir coğrafya
ve mezhepsel gerilimlerin ve tefrikaların doğurduğu fay hatları bu
noktadaki meselelerden birkaçı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu noktada İslâm dünyasında iç savaşlarla neticelenen kanlı facialar;
barış, kardeşlik ve hoşgörü medeniyetlerinin mümessili olan bu toprakların
özlenilen huzur iklimlerine nasıl kavuşturulabileceğine ve Kur’ânî
değerlerin Batı ile nasıl buluşturulacağına dair soruları çoğaltmıştır. Bu
bağlamda asrı saadet tecrübesini günümüze taşıyan Bediüzzaman Said
Nursî ve eserleri hem İslâm dünyasının hem de insanlığın temel problem
ve sorularına pratik bir cevap olarak anlaşılmayı beklemektedir. Bediüzzaman
Said Nursî’nin “doğru İslâmiyet ve İslâmiyet’e layık doğruluk”
şeklinde formüle ettiği İslâm ahlak ve akaidini doğru bir şekilde hayata
aktarma pratiği hürmet, muhabbet, hürriyet-i şeriye, hak, adalet, müsbet
hareket, ahlak ve fazilet gibi Kur’ânî kavramların anlaşılması ve hayata
geçirilmesi açısından önem kazanmaktadır. Bediüzzaman Said Nursî,
bunun için de Müslümanların temsil yeteneğine dikkat çekmekte “Eğer
biz ahlak-ı İslâmiye’nin ve hakaik-i imaniyenin kemalatını ef ’alimizle
izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler.”
diyerek fazıl bir dünya oluşturma yollarına işaret etmektedir. Bu
açıdan İslâm ahlak ve akaidini hayata aktarma noktasında sıkıntılar yaşayan
İslâm toplumlarının bu problemi nasıl aşacağı, vicdandan devlete
uzanan yolları Kur’ânî değerlerle nasıl süsleyeceği ve bunu insanlığa rol
model olarak nasıl sunacağı cevap bekleyen sorulardandır.
Risale-i Nur Enstitüsü olarak buradan hareketle 11. Risale-i Nur
Kongresi’ni “Doğu’da ve Batı’da Doğru İslâmiyet” başlığı altında planladık
ve kongreyi beş masa etrafında 14-15 Mayıs 2016 tarihlerinde
Köln’de tartıştık. Köprü’nün bu sayısını da kongrede sunulan tebliğlere
ayırdık. Bu sayıda ağırlıklı olarak aktüel gündemde önemli bir tartışma
konusu terörle ilgili olarak “Terör ve Doğru İslâmiyet” masasında sunulan
tebliğleri okuyabilirsiniz.
Rengi, şekli ve dozajı ne olursa olsun, mevcut düzeni tahrip etmek
amacını güden bir tedhiş hareketi olan terör, bugün tüm dünyanın ortak
meselesidir. Bununla birlikte terör hareketlerine karşı alınan adlî,
askeri, polisiye vb. tedbirlerin etkili olmaması, güçlü devletlerin dahi
terörü etkisiz hale getirememesi, terör olaylarının bir dinle özdeşleş-
6 tirilerek küresel ölçekte bir tehlike haline gelmesi tartışılması gereken

bir husustur. “Kim bir cana kıymamış, yeryüzünde fesat çıkarmamış
birini öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüş gibidir” (Maide,32)
gibi ayetlerin İslâm (cihad) adına terör hareketlerine girişilmesi açısından
değerlendirilmesi, bu bağlamda terörün gerçek anlamı, terör-din
ilişkisi, terörü önleyecek tedbirler, Bediüzzaman Said Nursî’nin bu tür
hareketler karşısında sunduğu çareler, İslâm’ın terör ile ilişkilendirilmesi
çabalarına karşı alınacak tedbirler, sahih İslâm anlayışının bu husustaki
önemi sunulan tebliğlerin ana çerçevesini oluşturmaktadır.
Sizleri dergimizle baş başa bırakırken gelecek sayıda da 11. Risale-i
Nur Kongresi’nde sunulan diğer tebliğlerle karşınızda olmayı ümit ediyoruz.