Ailede İrşâd ve Risâle-i Nur

İlyas ÜZÜM, Prof. Dr., Emekli

“Kur’ân’ın İrşâdı” Bağlamında, Kur’ân Tefsiri Olarak Risâle-i Nur’un Dinî Değerler Açısından Aile Eğitimine Katkısı ya da Said Nursi’nin “Evleriniz Küçük Bir Medrese-i Nuriye Olsun” Tavsiyesi

Özet

Kâinatta eser ve fiilleriyle konuşan Yaratıcı’nın “kavlî konuşması” olan Kur’ân, nâzil olmaya başladığı dönemden bugüne kadar insanlığı irşat etmiş ve irşat etmeye devam etmektedir. Bu vahyî irşat doğrudan olduğu gibi Arapça bilmeyenler açısından diğer usuller yanında mealler ve tefsirler yoluyla gerçekleşmektedir. Risâle-i Nur; özgün bir tefsir olarak insanları onun tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet gibi temel mesajlarıyla buluşturmakta, içtimaî ve ahlakî prensiplerine dikkat çekmektedir. Öte yandan insan, birey olduğu kadar baba veya anne yahut çocuk olarak bir ailenin parçası olduğu için Risâle-i Nur, Kur’ânî çerçeveye uygun olarak aileyi eğitmeye dönük olarak da önemli yaklaşımlar paylaşmaktadır. Bilindiği üzere aile, değerlerin sadece kazanıldığı değil aynı zamanda yaşandığı bir kurum olması hasebiyle özel önemi haiz bulunmaktadır. Bu bakımdan Bediüzzaman aile ilgili olarak diğer beyanları yanında “Evleriniz küçük bir Medrese-i Nuriye olsun.” diyerek dikkat çekici bir tavsiyede ya da çağrıda bulunmaktadır. Günün en uygun saatinde kısa süreli de olsa aile fertlerinin Risâle-i Nur’la meşgul olmalarının hem uhrevi bakımdan sevaba medar olacağını hem de dünyevi bakımdan; a) rızıkta bereket, b) kalpte rahat ve sürur, c) maişette sühulet, d) işlerde muvaffakiyet gibi faydalar temin edeceğini kaydetmektedir. Yapılan görüşmelerde bu çağrıya ya da tavsiyeye uymaya çalışanların belirtilen sonuçları tecrübe ettikleri ifade olunmuştur.

Anahtar Kelimeler: İrşâd, Risâle-i Nur, Aile

 

Spiritual Guidance within the Family and Risâle-i Nur

Abstract

The Qur’an, which is the “verbal discourse” of the Creator who speaks through His works and actions in the universe, has been providing spiritual guidance to humanity since the period it began to be revealed and continues to do so. This divine guidance occurs directly and, for those who do not know Arabic, through other methods such as translations and exegeses. As an original tafsir (exegesis), Risâle-i Nur introduces people to the fundamental messages of the Qur’an, such as tawhid (oneness of God), prophethood, resurrection, justice, and worship, and highlights its social and moral principles. Additionally, since a person is not only an individual but also a part of a family as a father, mother, or child, Risâle-i Nur shares important approaches to educate the family in accordance with the Qur’anic framework. As is well known, the family is an institution where values are not only acquired but also lived, giving it special importance. In this regard, Bediuzzaman Said Nursi makes a notable recommendation or call by saying, “Let your homes be a small Medrese-i Nuriye (Nur Seminary).” He states that even a short period of engagement with Risâle-i Nur by family members at the most suitable time of the day will yield both spiritual rewards in the hereafter and worldly benefits such as a) abundance in sustenance, b) comfort and joy in the heart, c) ease in livelihood, and d) success in endeavors. Interviews indicate that those who strive to adhere to this recommendation have experienced these mentioned outcomes.

Keywords: Spiritual Guidance, Risâle-i Nur, Family

 

Giriş

Vahyin mesajı, diğer bir ifadeyle Kur’ân’ın irşâdı fertleri olduğu kadar başta aile olmak üzere toplum kesimlerini de inanç, ibadet ve ahlâk değerleri bakımından eğitmektedir. Samimi muhatap olmak şartıyla bu eğitimi Kur’ân, orijinalinden anlayanlar için “doğrudan” Arapça bilmeyenler için meal veya tefsirler yahut dinî içerikli yayınlar yahut sohbetler üzerinden “dolaylı” olarak gerçekleştirmektedir. Bu çalışma ikinci kategoriye giren bir örnek olarak Kur’ân’ın “manevi tefsiri” olarak tanımlanan Risâle-i Nur’un dinî değerler açısından aile içi eğitimdeki yerine dair bazı işaretlemelerde bulunacaktır. Amatör nitelikli gazete yazıları hesaba katılmazsa, görebildiğimiz kadarıyla, konuyla ilgili bir çalışma yapılmamıştır. Çok yönü olan konunun bir boyutu genel anlamda Risâle-i Nur’un, -muhakkak ki okunması oranında-, nazarî olarak aile içi eğitimdeki katkısını ortaya koymak, bir başka önemli boyutu ise böyle bir uygulama içinde olan aileler üzerinde alan araştırmalarıyla bu katkıyı nicel sonuçlarıyla tespit etmektir. İkinci boyut hem birinci boyutun biraz daha berraklaştırılmasına bağlı olduğu hem de ayrı bir çalışmayı gerektirdiği için burada birinci boyut üzerinde durulacak ancak ikinci boyuta dair on aile üzerinde gerçekleştirilen görüşme sonuçlarına yer vermekle yetinilecektir.

Aile, tanımı itibariyle her ne kadar en küçük toplum birimini ifade ediyorsa da -ister anne-baba, ister çocuk veya yetişkin olsun- bir yönüyle bireye, bir yönüyle de topluma baktığı için özel bir önemi haizdir. Çocuk zihinsel, duygusal ve davranışsal gelişimini büyük ölçüde bu kurumda sağlarken ebeveyn de sorumluk duygusu ve bilinci oranında farklı yönlerini bu kurumda eğitme imkânı elde eder. Dolayısıyla “aile içi eğitim” ifadesinde “aile” ve “eğitim” gibi iki hayatî kavram bulunduğu için bu terkip hem birey hem toplum açısından merkezî bir niteliğe sahiptir. Bu iki kavrama eklenen “değerler” yahut “dinî değerler” bu niteliği daha üst düzeye taşımaktadır. Zira değerler, tanımı itibariyle “tutum ve davranışlarımıza rehberlik eden ilkelerdir.”[1] Bunların kazanıldığı ilk kurum ise ailedir. Aile sadece değerleri aktaran değil, aynı zamanda bunların yaşandığı kurum olarak hem çocukları hem de anne-babaları yakından ilgilendirmektedir. Değerlerin sıralanması ile ilgili anlayışlar, ne olursa olsun bunların başında dinî değerler gelmektedir. Zira teolojik bir bakışla, -İslam dini özelinde konuşmak gerekirse-, dinî değerler esas itibariyle ahlâkî değerler, iyilikseverlik değerleri, güvenlik değerleri, başarı değerleri gibi ayrı başlıklar altında sıralanan bütün değerleri içine almaktadır[2].

Tüm bu noktalar dikkate alınarak bu çalışmada önce Kur’ân’ın sonra da Risâle-i Nur’un irşâdî yönüne değinilecektir. Ardından Risâle-i Nur’un aileyi irşâda yönelik fonksiyonu çerçevesinde, müellifin bu eserleri okuyanlar için yaptığı özel bir tavsiyesi inceleme konusu yapılacaktır.

1. Kur’ân’ın İrşâdı

Doğuştan sahip kılındığı yetenekler bakımından akletme, muhakeme etme, olaylar arasında bağ kurma yeteneğine sahip olarak var edilen insan, bu özelliği dolayısıyla, yararına olan şeyleri görme ve bu doğrultuda hareket etme, zararına olan şeyleri fark etme ve uzak kalmaya çalışma noktasında büyük kolaylıklar elde etmektedir. Öte yandan kendisini bu dünyaya kimin gönderdiği, niçin geldiği, hayatı sonlandığında nereye gideceği veya ne olacağı gibi “var oluşsal sorular” hakkında tamamen çaresiz kalmaktadır. Aklî muhakemesiyle, bir Yaratıcı’nın bulunması gerektiği fikrine ulaşsa bile diğer temel soruların cevabını bulamamaktadır. Dolayısıyla insanın temel sorular karşısında aklının yetmezliği vahye, diğer bir ifadeyle Yaratıcı’nın mesajlarına ihtiyacını zorunlu kılmaktadır.

Diğer taraftan, insanın dünyada diğer varlıklarla kıyaslandığında özel bir donanıma sahip kılındığı dikkate alınarak, Yaratıcı katından bakıldığında da vahyin temellerine ulaşmak mümkün görünmektedir. Cansız varlıklar ve bitkiler bir tarafa, sayısız canlılar arasında insana çok farklı özellikler veren Yaratıcı’nın böyle bir varlık türünü kendi haline bırakması, onun temel soru ve ihtiyaçlarını görmezden gelmesi, -âlemdeki tecellileriyle aşikâr olarak gördüğümüz-, hikmet ve rahmetiyle bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla bütün semavi dinlerde vurgulandığı üzere onun ilk insan olan Hz. Âdem’le birlikte, insanlığa ilahî bildirimler gönderdiği, kitaplar inzâl ettiği muhakkak görünmektedir. Vahiy hakikati budur.

Bütün insanlık tarihini kuşatmış olan vahiy hakikatinin ya da vahiy silsilesinin son halkası olan Kur’ân-ı Hâkim de VII. yüzyıldan bu yana yeryüzünü aydınlatmaya devam etmektedir. Başlangıcı itibariyle, tarihsel ve toplumsal olarak bir Peygamber’e, onun yaşadığı döneme ve coğrafyaya inzâl olan Kur’ân kaçınılmaz olarak o toplumun diliyle nazil olmuş, ancak temelde “bütün insanlığa hitap ettiğini” beyan etmiş[3], zaman içinde dünyanın hemen hemen her bölgesine ulaşmış, belli başlı bütün dillere tercüme edilmiştir. Ayrıca tarih boyunca İslam’ı benimseyen toplumların âlimlerince çeşitli özelliklerde yüzlerce açıklaması ve tefsiri yapılmış ve halen yapılmaya devam etmektedir.

Literatürde, Kur’ânî mesajların insanlara ulaştırılması keyfiyeti ile ilgili olarak farklı terimler kullanılmıştır. Tebliğ, davet, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker, irşat bunlardan bazılarıdır. Zaman zaman ortak bir kullanım alanı olmakla beraber bunlardan “tebliğ” daha çok Kur’ânî mesajdan haberdar olmayanlara bunu ulaştırmak, “davet” İslam’ı benimsememiş olanları İslam’a çağırıp Müslümanların da İslam’la ilişkilerini artırmak için teşvikte bulunmak, “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” hem Müslim hem gayr-ı Müslimlere iyiliği anlatıp kötülükten sakındırmak, “irşat” yine Müslüman ve gayr-ı Müslimlere yol gösterme anlamında kullanılmıştır. Bunlardan başka yine Kur’ân’ın fert ve kitlelere ulaşmasını ifade eden “tebşir”, “inzâr”, “tevfik”, “hidayet” gibi birbiriyle anlam yakınlığı olan başka kelime ve terimler de bulunmaktadır.

Bu tabirlerden biri olan ve sözlükte “doğru yolu bulup kabul etmek” anlamındaki “rüşd” kökünden gelen “irşâd”[4] sözcüğü “doğru yolu göstermek, hakka kılavuzlamak, rehberlik etmek” manasına gelmektedir. Allah’ın esma-i hüsnâsından birisi olan “reşîd” ismi[5] “yol gösteren, doğruya rehberlik yapan” anlamında, Allah’ın diğer bir ismi olan “hâdî” ile eş anlamlıdır. İster hidayet, ister ilahi kılavuzluk ister irşâd denilsin, Yaratıcı’nın akıl ve vicdan gibi ilahî rehberliği yanında özellikle vahiy yani Kur’ân ile genel ve sürekli olarak irşatta bulunduğu, bulunmakta olduğu açıktır.

Yaratıcı’nın insana, insanların algı dünyasına inerek (tenezzülât-ı ilâhiye) mesajları belli lafız kalıplarıyla sunması demek olan “vahiy” ya da son aşamadaki somut haliyle Kur’ân, kelimenin tam anlamıyla ilahî rehberlik ve irşat kaynağı olarak fert ve toplumları aydınlatmaya devam etmektedir. İrşadî karakteri itibariyle Kur’ân’ı; a) süreklilik arz eden, b) tarihi olaylar üzerinden evrensel beyanlar içeren, c) hem bireye hem topluma seslenen, d) insanları inanç, ibadet ve ahlâk alanlarında doğruya kılavuzlayan hidayet kaynağı olarak niteleyebiliriz. Bizatihi Kur’ân, birçok ayetinde kendisini bu yönü itibariyle de takdim etmektedir. Mesela bir ayette, şöyle buyrulmaktadır: “Bu Kur’ân, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye layık, gökteki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.”[6] Bu ayet Kur’ân’ın indirildiği kişi olmak bakımından Peygamber’i muhatap alan bir ifadeye sahip görünmekle beraber onun şahsında Kur’ân’ın bazı temel irşat hükümlerine dikkat çekmektedir.

Yine Kur’ân’ın tarihsel olarak ilk muhataplarını dikkate almak suretiyle, “Böylece biz sana şehirlerin anası olan Mekke ve çevresindekileri uyarasın diye Arapça olarak Kur’ân’ı indirdik.”[7] şeklinde mesajı bulunmakta ise de diğer ayetler Kur’ân’ın hem bütün müminlere hem de bütün insanlara hidayet rehberi olduğunu ifade etmektedir. Mesela bir ayette Kur’ân’ın müminler için hidayet rehberi olduğu şöyle dile getirilmektedir: “Biz Kur’ân’dan müminler için şifa ve rahmet olacak şeyler indirmekteyiz”.[8] Diğer bir ayette de şöyle denilmektedir: “Gerçekten bu Kur’ân en doğru olan yola götürür ve salih amel işleyen müminler için büyük bir mükafat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.”[9] Başka bir ayette ise Kur’ân’ın Ramazan ayında indiği, onun bütün insanlar için hidayet vesilesi olduğu belirtilmektedir.[10]

Bu ve benzeri birçok ayette Kur’ân’ın hem müminlere hem genel anlamda insanlara rehberlik eden, onlara ilahî beyanları açıklayan kitap olduğu dile getirilmektedir. Şüphesiz irşat ya da hidayet çağrıları, kula bakan boyutuyla fert ile ilgili görünmekle beraber aynı zamanda ailenin bir parçası olmak hasebiyle -dolaylı olarak- aileye de yönelik olmaktadır. Ancak Kur’ân aile yahut aile içinde ebeveyn-çocuk eğitimi gibi konulara dair doğrudan bazı işaretlemelerde de bulunmaktadır. Mesela ailevî sorumluluğu vurgulayan bir ayette, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” denilmiştir.[11] Başka bir ayette ise İslamî ibadetlerin temelini teşkil eden namaza atıf yapılarak şöyle buyrulmuştur: “Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et.”[12]

Diğer taraftan Kur’ân’da doğrudan “aile” kavramı kullanılmamakla beraber baba-oğul ilişkisini ifade ettiği için aile ile irtibatlandırabileceğimiz Lokman kıssası dikkat çekici mesajlar ihtiva etmektedir.[13] Bu kıssada peygamber olup olmadığına değinilmeksizin kendisine hikmet verildiği belirtilen Lukman’ın oğluna öğütleri sırlanmaktadır. Bu öğütlerde Hz. Lokman oğluna iman, ibadet ve ahlâk alanlarında önemli nasihatler vermektedir. Aynı adı taşıyan surenin ilgili ayetlerinde bu nasihatler şöyle sıralanmaktadır: a) Allah’a şirk koşmamak, b) Anne-babaya iyi davranmak, c) Küçüklüğü ne boyutta olursa olsun yapılan fiilleri Allah’ın bildiğini (ve hesap günü) insanın karşısına çıkaracağını düşünmek, d) namaz kılmak, e) iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, f) başa gelenlere sabretmek, g) küçümseyerek insanlardan yüz çevirmekten sakınmak, h) yeryüzünde kibirlenerek yürümemek, i) yürüyüşünde dengeli olmak.[14] Ayrıca ayetlerin muhtevasında ebeveynin çocuğa kullanacağı dil, yaptığı nasihatleri gerekçelendirme, ibadet ve ahlâk kurallarının itikadî temellerine işaret etme gibi konularda da önemli ipuçları bulunmaktadır.

Son olarak Kur’ân’ın irşâdı konusunda şu birkaç noktaya da işaret etmek gerekir: a) Kur’ân, kendisinin ilahî vahiy olduğunu temellendirmekte, böylece önce kendi güvenirliğine dikkat çekmektedir, b) Kur’ân, insanları irşat ederken insanın aklına vurgu yapmakta ve açıklamalarını aklî bakımdan değerlendirme teklifinde bulunmaktadır, c) Kur’ân, başta Allah’a iman olmak üzere inanç konularını insanın yaratılış gerçekliği, kainattaki olay ve olgular üzerinden delillendirmektedir, d) Kur’ân, inanmayanları iman etmeye davet ettiği gibi, iman edenleri de hem imanda tahkike sevk etmekte hem de imanlarına uygun ibadet ve ahlâk içinde olmalarını tembihlemektedir, e) Kur’ân, iman etmenin önemine dikkat çekmekle beraber bunun olup-biten bir karardan ibaret olmadığını, kendi mesajları istikametinde daima beslenmesi, güçlenmesi gerektiğini dile getirmektedir.

2. Kur’ânî İrşat ve Risâle-i Nur

Yaratıcı’nın fertleri ve toplumları irşat etmek üzere gönderdiği Kur’ân inzâl olmaya başladıktan sonra bazı insanlar çeşitli nedenlerle bu mesaja mesafeli dururken bazı kimseler kulak verip tasdik etmişlerdir. Nihayet yirmi üç yıllık inzâl dönemi sonunda on binlerce insan Kur’ânî hakikatleri benimseyerek İslam dairesine girmiştir. Bundan sonraki süreçte İslam’ın farklı coğrafyalara ve topluluklara yayılmasına bağlı olarak Kur’ân; a) bütün olarak, b) bazı sureleriyle, c) genel mesajlarıyla, d) Müslümanların fiilî tebliğ ve temsilleriyle, e) medrese, mektep ve tekke gibi kurumlarda yapılan çalışmalarla, f) âlimler tarafından kaleme alınan kitaplarla, g) başka dillere yapılan meallerle, h) çeşitli usul ve formatlarda hazırlanan tefsirlerle; bazen doğrudan, bazen yarı perdeli, bazen perdeli olarak bu fonksiyonunu devam ettirmiş ve devam ettirmektedir.

Bu çerçevede Risâle-i Nur Kur’ân’a dayanan, Kur’ân’ı kaynak addeden ve Kur’ân mesajlarının açıklanmasına odaklanan bir çalışma olarak telif edildiği yıllardan itibaren Kur’ân’ın irşâdî fonksiyonunu yansıtmaktadır. Daha küçük yaşlarda iken rüya-yı sadıkada “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et” emrini alan, 1900’lerde bir yabancının “Kur’ân’ı Müslümanların elinden almalıyız” sözünü okuduğunda “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş hükmünde olduğunu dünyaya ispat edeceğim diyen Bediüzzaman,[15] 1911’lerde tefsire giriş mahiyetinde Muhakemat isimli eserini kaleme almış, Birinci Dünya savaşı şartlarında cephede Fatiha suresi ile Bakara suresinin ilk otuz üç ayetinden oluşan İşârâtü’l-i’câz isimli tefsirini yazmış, daha sonra Kur’ân tefekküründen yansımalar diyebileceğimiz küçük kitaplar telif etmiştir. Yaşanan fikrî, siyasi ve sosyal şartlar dolayısıyla toplumda iman esaslarının zayıfladığını, fen ve felsefeden gelen itirazlar karşısında insanların ciddi bir iman problemi içinde olduğunu fark eden Bediüzzaman, nihayet 1926-1949 arasında Risâle-i Nur adını verdiği külliyatı telif etmiştir. Yüzden fazla kitapçık yani risaleden oluşan eserini aynı zamanda Kur’ân’ın da bir ismi olan “nur” ile irtibatlandırarak Risâle-i Nur şeklinde tesmiye etmiştir.

Temel özelliği bakımında Risâle-i Nur kelimenin tam anlamıyla Kur’ân çalışması olup kendine mahsus özellikler taşımaktadır. Tefsir türleri arasında “konulu tefsir” yahut “tematik tefsir” kategorisi içinde değerlendirilebilecek olan çalışma, Kur’ân’ın ana mesajlarını topluma yansıtan bir özelliğin sahibi olarak görünmektedir.[16] Bizatihi müellif Risâle-i Nur’un Kur’ân tefsiri olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Risâle-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bahir bir burhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı manevisi ve o bahrin bir reşhası ve güneşin bir şuâı ve o maden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesidir.”[17] Başka bir yerde de vurgulu olarak şöyle demektedir: “Hem bunu kat’iyyen ilan ediyorum ki Risâle-i Nur Kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki sahip olayım, ta ki kusurlarım ona sirayet etsin.”[18]

Kur’ân-Risâle-i Nur ilişkisine dair, detaya girmeksizin şu temel tespitlere işaret olunabilir:

  1. a) Risâle-i Nur, toplumdaki şiddetli ihtiyacı görerek Kur’ân’ın temel mesajları olan Allah’a iman, meleklere iman, kitaplara ve Kur’ân’a iman, peygamberlere ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman, ahirete iman ve kadere iman konularına yoğunlaşmıştır. Başka bir ifadeyle, Risâle-i Nur -müellifin ifade ettiği üzere- Kur’ân’ın ana maksatları olan tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet konularını merkeze almıştır.
  2. b) Risâle-i Nur temel ibadetlerden namaz, oruç, şükür, hamd, tesbih, dua gibi ibadetlerin hikmet ve mahiyetine ağırlık vermiş, bunların çok bilinen ve ilgili her kitapta bulunan fıkhî yönlerine girmemiştir. Ayrıca birkaç istisna dışında ahkâm ayetlerinin tefsirine yönelik açıklamalar da yapmamıştır.
  3. c) Risâle-i Nur, Kur’ân’ın usulüne büyük önem vermiş gerek iman esaslarının temellendirilmesinde gerek diğer konularda fizikî âlemdeki varlık, oluş ve olaylardan yola çıkmış, mantıkî burhanlara dayanmıştır.
  4. d) Risâle-i Nur, hemen hemen her bahsin başında bir veya birden fazla ayete yer vermiş, ancak konuyu ayetleri tefsir kaynaklarından nakillerle değil özgün, tefekküre dayalı, ikna edici yaklaşımlar etrafında işlemiştir.
  5. e) Risâle-i Nur, Kur’ânî hakikatlere odaklanmış olmakla beraber, bazı ayetlerle ilgili kimilerinin ortaya koyduğu şüphe ya da itirazları da bazen açık bazen itirazları zikretmeksizin cevaplandırmayı da ihmal etmemiştir.
  6. f) Risâle-i Nur, Kur’ânî mesajları bilgi cinsinden paylaşan bir seyir takip etmekten ziyade, bu mesajları insanî düzlemde varoluşsal yaklaşımlar çerçevesinde işlemiş ve etrafında bir topluluk, bir kitle, bir şahs-ı manevî oluşturmuş; kendisi bu şahs-ı manevînin Kur’ân merkezli metni olmuştur. Süreç içinde bu halka ya da çevre büyüyerek başta dershaneler veya medreseler olmak üzere kurumsallaşmıştır. Diğer muasır tefsirler ise şahsî istifadeler ile sınırlı kalmıştır.
  7. Bediüzzaman’ın “Evleriniz Küçük bir Medrese-i Nuriye Olsun” Tavsiyesi

Risâle-i Nur Kur’ân ayetleri hakkında teknik bilgiler veren bir tefsir olmaktan ziyade hayatın her alanına dokunan, hayatı kucaklayan bir çalışma olması hasebiyle, -eğitim seviyesi ne olursa olsun-, herkese ve her kesime hitap etmiş, muhatapları üzerinden -deyim yerindeyse- hayatı ve toplumu inşa eden bir maksadı hedeflemiştir. Bu çerçevede Osmanlıca olarak parça parça yazılan Risaleler ilk dönemlerde değişik yerleşim merkezlerinde bulunan muhatapları tarafından evlerde istinsah edilerek binlerce kalem ile çoğaltılmaya başlanmıştır. Daha sonraları aynı işlem teksir makineleri ile gerçekleştirilmiş, 1950’lerden itibaren bazıları, 1957 yılında ise bütün Külliyat Latin harfleriyle basılmıştır.

Anadolu’da Risâle-i Nur’un telif edildiği dönemde bazı tefsir çalışmaları yapılmıştır. Bunlardan birisi Mehmet Vehbi Efendi tarafından kaleme alınan Hülâsatü’l-beyan,[19] diğeri Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’ân Dili adlı tefsiridir.[20] Söz konusu tefsirler okuyanlara fayda temin etmiş olmakla beraber raflarda veya kütüphanelerde kalmış, Risâle-i Nur her iki tefsirden farklı olarak etrafında “Nur Talebeleri” adıyla bir zümreleşme meydana getirmiştir. Bu zümreler, evler veya “medrese” yahut “medrese-i Nuriye” adı verilen ortak mekânlar oluşturarak -özgün ifadesiyle-, “iman ve Kur’ân hizmetinde” bulunmaya çalışmıştır.

Bediüzzaman, bir mektubunda sadece Risale okunan ortak mekânların değil, evlerin de “küçük medrese-i Nuriye” olması yolunda dikkat çekici bir tavsiyede bulunmuştur. Lahikanın başında yer alan ifadeden 18.11.1951 tarihli olduğu anlaşılan mektubun tamamı şöyledir:

“Aziz, sıddık kardeşlerim ve mânevî Medresetüzehra’nın Nur şakirtleri,

Ben Isparta’ya geldiğim vakit, Isparta’da İmam-Hatip ve vâiz mektebinin açılacağını haber aldım. O mektebe kayıt olacak talebelerin ekserisi Nurcu olmaları münasebetiyle o mektebin civarında gayr-ı resmî bir surette bir Nur medresesi açılıp, o mektebi bir nevi medrese-i Nuriye yapmak fikriyle bir hâtıra kalbime geldi. Bir iki gün sonra, güya bir ders vereceğim diye etrafta şâyi olmasıyla, o dersimi dinlemek için rical ve nisâ kafilelerinin etraftan gelmeleriyle anlaşıldı ki böyle nim-resmî ve umumî bir medrese-i Nuriye açılsa, o derece kalabalık ve tehacüm olacak ki kabil olmayacak. Afyon’da mahkemeye gittiğimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimalar olmak ihtimali bulunduğundan, o hâtıra terk edildi, kalbe bu ikinci hakikat ihtar edildi. Hakikat de şudur:

“Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risâle-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir” diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.”[21]

Mektupta dikkat çeken başlıca hususlar şöyle maddeleştirilebilir:

  1. a) Hitap cümlesinde yer alan “manevi Medresetüzzehra’nın Nur Şakirtleri” ifadesi müellifin din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı üniversite projesine yapılan bir göndermeyi ifade etmektedir. Buna göre Risâle-i Nur’u okuyan Nur talebeleri, bir bakıma, söz konusu üniversitenin öğrencileri hükmündedir.
  2. b) Nur Medresesi ya da -terkib-i Osmani ile- Medrese-i Nuriye gayr-ı resmi bir hüviyet taşımalıdır. Böylece söz konusu medrese resmi otoritenin kontrolü dâhilinde bulunmayıp kendi bütünlüğü içinde müstakil hüviyet arz etmelidir.
  3. c) Din eğitimi veren resmi nitelikli bir kurumun olması, etrafında sivil nitelikli Medrese-i Nuriye açılmasına mani değildir. Başka bir ifadeyle İmam-Hatip okulları insanları Medrese-i Nuriye açmaktan müstağni kılmamalıdır.
  4. d) Medrese-i Nuriyelerin yarı resmi ve umumi olması da tercihe şayan değildir.
  5. e) Ailesi olan nur talebeleri evlerini aynı zamanda küçük bir Medrese-i Nuriyeye çevirmelidir. Eğer kişinin ailesi yoksa yakın temas halinde olduğu komşularıyla yine evini aynı işlevi gerçekleştireceği mekâna dönüştürmelidir.
  6. f) Medrese-i Nuriyeye dönüştürülen evde, ev halkı işlerin ve vazifelerin olmadığı bir zaman dilimi içinde her gün beş-on dakika bile olsa Risâle-i Nur’u okuma veya dinleme veya yazma cihetinde bir meşguliyet içinde olmalıdır.
  7. g) Ev, küçük bir Medrese-i Nuriyeye dönüştürülür ve Risâle-i Nur ile meşgul olunursa; a) talebe-i ulumun sevaplarına ve şereflerine nail olunur; b) [bu eserler Kur’ân ve hadislerden süzüldüğü için] beş nevi ibadete[22] mazhar olunur; c) geçimini sağlamak için yapılan dünyevi işler de bir nevi ibadet hükmünü alır.
  8. h) Bütün bunlar kalbe ihtar edilen hususlardır.

Mektupta bu ve benzeri hususları maddeleştirmek mümkün olmakla beraber özellikle kullanılan “Medrese-i Nuriye” ifadesi birçok açıdan dikkat çekici görünmektedir. Bilindiği gibi “medrese” ders yapılan yer, mektep, okul anlamına gelmektedir. Said Nursi, bu tavsiyesi ile evlerin, bir anlamda, okul olmasını nazara vermektedir. Örgün eğitim kurumu olarak okullar nasıl ki öğrencilerin zihinsel, ruhsal ve davranışsal olarak eğitilmesini sağlıyorsa Medrese-i Nuriye hükmünü alan evler de -bir tür- yaygın eğitim kurumu olarak-, aile üyelerini yani anne, baba ve çocukları hem bilgi hem duygu hem de davranış açısından olumlu donanıma kavuşturacaktır. Zira Risâle-i Nur, Kur’ân kaynaklı olduğu için tıpkı Kur’ân gibi muhataplarını akıl ve kalp bakımından doyurmakta ve dönüştürmektedir.

Diğer taraftan mektupta evlerin böyle bir niteliğe kavuşturulması halinde bunun kişiye kazandıracağı -daha çok- uhrevî neticelerden söz edilmiş görünmekle beraber, genel anlamda Risâle-i Nur ile meşgul olmanın temel bütün kazanımlarına “mukadder” yani dolaylı olarak işaret edildiği muhakkaktır. Bunlardan bazılarına şöyle işaret edebiliriz:

  1. a) Her şeyden evvel Risâle-i Nur imanı kuvvetlendiren, taklidî imanı tahkiki imana çeviren bir niteliğe sahiptir. Nitekim müellif şöyle diyor: “Kati ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâle-i Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü’n-Nur o yolu kestirir, imanı hakikiye isal eder.”[23] Yine müellifin Risâle-i Nur’un bir cüz’ü vesilesiyle söylediği şu söz aynı zamanda Risâle-i Nur’un umumu için de söz konusudur: “Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektub, imânı olmayanı inşaallah imâna getirir, imânı zayıf olanın imânını kuvvetleştirir, imânı kavî ve taklidî olanın imânını tahkikî yapar, imânı tahkikî olanın imânını genişlendirir, imânı geniş olana bütün kemâlât-ı hakikiyenin medârı ve esası olan mârifetullâhta terakkiyât verir, daha nurânî, daha parlak manzaraları açar.”[24]
  2. b) Gerek tahkikî imanın halis ubudiyete yol açan boyutu gerekse ulûhiyet-ı mutlakaya karşı insanın ubudiyetle mukabele etmesi gerektiğine dair izahlar ve namaz, oruç, şükür, dua gibi ibadetlerin hakikatine yönelik iknâî temellendirmeler Risâle-i Nur okuyanlarda başta günlük namazlar konusunda hassasiyet olmak üzere esaslı bir ibadet şuuru uyandırmaktadır. Bunun bir kanıtı Risâle-i Nur okuyanların pratikte sergilediği durumlarıdır. Öte yandan Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsi, bu şahs-ı manevî içinde bulunanlara “külli bir ubudiyet” kazancı sağlamaktadır. Müellif bunu şöyle dile getirmektedir: “Risâle-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle, o ulvi ve külli bir ubudiyete sahip olur.”[25]
  3. c) Risâle-i Nur ile meşguliyet hem şefkat-i imaniyeyi ve insaniyeyi keskinleştirdiği hem şahs-ı manevîye bağlılığı güçlendirdiği hem de iman ve Kur’ân hizmetinde bulunmanın önemini hatırlattığı için muhataplarında “imanî ve Kur’ânî hakikatleri” başkalarıyla paylaşma, muhtaçlara iletme, böyle bir hizmet organizasyonu içinde bulunma şevk ve iştiyakı kazandırır. Nitekim müellif bir hadis-i şerife referansla şöyle diyor: “Evet, beş on sene hem imanını hem başkalarının imanını kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı, kutsi bir hizmet ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye yüzünden beş on ay zahmet çekmek medar-ı şükür ve iftihardır. Bir hadiste ferman etmiş ki “Bir tek adam senin vasıtanla hidayete gelse sahra dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır.”[26]
  4. d) Risâle-i Nur, müellifin ifadesiyle, “-Bu Anadolu memleketine- belaların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Nasıl sadaka belayı def ediyor, onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nevinden semavî ve arzî belaların def’ine çok emareler ve çok hadislerle tebeyyün etmiş, hatta Kur’ân’ın işaretiyle tahakkuk etmiş”.[27] Dolayısıyla Risâle-i Nur -tabir yerindeyse- küçük bir memleket olan aile içinde de belaların def’ine vesiledir, denebilir.
  5. e) Risâle-i Nur’la meşguliyetin diğer bazı faydalarına müellif şöyle değiniyor: “Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor.”[28]
  6. Uygulamaya Yönelik Gözlem ve Tespitler

Bediüzzaman’ın, “evlerini küçük bir Medrese-i Nuriyeye çevirmeleri” tavsiyesi karşısında Nur talebelerinin nasıl bir uygulama içinde oldukları müstakil çalışmaları gerektirmektedir. Biz bunu geniş bir örneklem üzerinden nicel boyutlarıyla ortaya koyacak çalışmaya hatta çalışmalara havale ederek, bir fikir vermek üzere on kişi üzerinden yaptığımız küçük çaplı araştırmanın bazı kısa sonuçlarına değinmek istiyoruz.

Kurduğumuz ön temaslara bağlı olarak tamamen veya kısmen bu tavsiyeyi uygulamaya çalıştığını öğrendiğimiz kişilere iki ayrı başlık halinde sorular yöneltilmiştir. İlk başlıkta bu uygulamayı; a) kaç yıldan beri devam ettirdikleri, b) günün hangi saatinde okuma yaptıkları, c) programın kaç dakika sürdüğü, d) okuma sırasında açıklamalara girip girmedikleri, e) eş ve çocuklarının tutum ve tavırları sorulmuştur. İkinci başlıkta ise bu okumanın beş uhrevi faydasından başka beş dünyevi faydası bulunduğuna dair iktibastan hareketle[29]; a) rızıkta bereket, b) kalpte rahat ve sürur, c) maişette sühulet, d) işlerde muvaffakiyet, konusunda neler hissettikleri ya da neler yaşadıkları; bu çerçevede e) çocuklarının yetişkinlik çağına geldiklerinde itikadî problemlerinin olup olmadığı, f) farzları yerine getirme, özellikle günlük namazları eda etmede hassasiyetlerinin devam edip etmediği sorulmuştur. Daha sonra görüşmeler kodlanmış ve özel bir belge olarak kütüphanemizde muhafaza altına alınmıştır.

Elde edilen görüşme sonuçlarına göre, böyle bir uygulama içinde olduğunu söyleyen on aileden dokuzu evliliklerinin ilk yıllarından itibaren bu uygulamayı tatbikata koyduğunu, bir aile ise çok yakın zamanda uygulamanın içinde olduğunu beyan etmiştir. Yine görüşülen on kişiden üçünün tam olarak, yedisinin ise belli esneklik içinde programı yerine getirdiği ifade edilmiştir. Programı “tam olarak yerine getirdiklerini söyleyenler” okumayı genellikle yatsı namazından sonra (bir aile hem sabah hem yatsı namazından sonra), “belli esneklik içinde yerine getirdiğini söyleyenler” ise haftanın elverişli günlerinde, özellikle hafta sonlarında kahvaltıyı takiben veya gece uygun saatte yaptıklarını ifade etmişlerdir. Görüşülen kimselerin üçü genellikle düz okumayı seçtiklerini, diğerleri zaman zaman açıklamalara yer verdiklerini belirtmiştir. Görüşülen kimselerin tamamı programda eşlerinin ve çocuklarının tutumunun olumlu olduğunu, ancak üç aile çocuklarının belli yaşa gelmesinden sonra biraz daha nazlandıklarını, üç aile ise çocukları yetişkinlik çağına ulaştığında kendilerini ciddi olarak zorladığını kaydetmiştir.

İkinci başlıkta sorulan sorulara verilen cevaplara gelince; görüşülen kimselerin tamamı, “dünyevi faydalar” olarak zikrolunan hususları kendi dünyalarında bizzat tecrübe etme imkânı elde ettiklerini, ifade olunduğu gibi rızıklarında bereket hissettiklerini, kalplerinde itminan yaşadıklarını, geçim konusunda her hangi bir sıkıntıyla karşılaşmadıklarını, işlerinde de başarılı olduklarını söylemişlerdir. Ayrıca bu başlıktaki sorularla ilgili olarak bazı ilginç açıklamalar da paylaşılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:

  1. a) Rızıkta bereket. Görüştüğümüz bir aile üyesi şunu ifade etmiştir: “Biz Risâle-i Nur’la meşguliyetin bir sırrı olarak Allah’ın ihsanıyla hayatımız boyunca rızkımızda bereket hissettik; “yetmedi, kalmadı, bitti” dediğimiz hiç olmadı. İmkânlarımız zahiri haliyle kısıtlı olduğu zaman da Rezzak’ımızın lütfunu hep hissettik.”. Başka bir aile reisi de aynı çerçevede şunları dile getirmiştir: “Biz bu uygulamaya çok büyük ölçüde uymaya çalışıyoruz. Rızkımızda bereketi de adeta aşikâr olarak hissediyoruz. Elbette rızkımız bereketlensin diye Risâle-i Nur ile meşgul oluyor değiliz. Fakat biz Risâle-i Nur’la meşgul oldukça Rabbimiz maddi ve manevi ihsanını eksik etmedi, etmiyor diye görüyoruz. Bunu sürekli yaşıyoruz.”
  2. b) Kalpte rahat ve sürur. Görüştüğümüz bir aile üyesi şunları kaydetti: “Ben işim gereği toplumla iç içe yaşıyorum, fakiri ile de zengini ile de beraber oluyorum. Bakıyorum insanların çoğu dertli, mutsuz ve sıkıntılı. Ben de kendi çapımda dünya hayatının zorluklarını yaşıyorum. Fakat bunlar hiçbir zaman beni karamsarlığa, umutsuzluğu ve mutsuzluğa götürmüyor. Vazifelerimi yapıp vazife-i ilahiyeye karışmıyorum. İç dünyamda da dolu dolu tatmin yaşıyorum. Üstadın dediği gibi imanda cennet çekirdeği bulunduğunu hissediyorum. Aynı ferahlığı eşimde de görüyorum. Bunun Risâle-i Nur’dan aldığımız iman dersinin bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Dünyevi koşuşturmalar, yorucu meşguliyetler -ifade etmeliyim ki-, Risâle-i Nur’un sayfalarını açtıkça yok oluyor ve içimi manevi bir huzur hissi kaplıyor. Bu da Allah’ın nimeti diye düşünüyorum.”
  3. c) Maişette sühulet. Görüştüğümüz aile üyeleri en çok bu konuda örnekler paylaşmışlardır. Bir aile üyesi şunu söylemiştir: “Dar ekonomik şartlara sahip olan bir aileden geldiğim halde biz Risâle-i Nur’la meşguliyetin bir bereketi olarak hiçbir zaman maddi sıkıntı yaşamadık. İş hayatımda ortalama olarak herkesin aldığı ücreti aldığım halde, aynı şartlarda yaşadığımız mesai arkadaşlarımın bazıları ciddi darboğazlarla karşılaştığı halde biz hiçbir güçlükle yüz yüze gelmedik. Allah bizi kimseye muhtaç etmedi. İktisatlı yaşadık, iktisadı düstur edinmenin bereketini gördük. Zaman içinde evimiz oldu, aracımız oldu, arsamız oldu. Düşündüğüm zaman bunların Risâle-i Nur hizmetinde olmamızın dünyevi bir mükâfatı olarak Rabbimizin ihsanı olduğunu anlıyorum. Şükrünü eda edip edemediğimizi bilmiyorum ama ilahî nimetleri açıkça görüyorum.” Başka bir aile üyesi de şunu aktarmıştır: “Aile olarak bizi üzen, bizi düşündüren hiçbir maddi darlık yaşamadık. Elime geçen maaşla geçimimi sağlamaktan başka, şükürler olsun, hanımın tutumlu olması ve aileden gelen küçük miras paylarıyla birlikte şimdi yanından bile geçemeyeceğim daire almayı ihsan etti Allah. Sebepler zahirde ne olursa olsun, bunları ihsan edenin Allah olduğunda hiçbir şüphem yok.” Diğer bir aile üyesinin özetle paylaşımı da şu: “Biz bugüne kadar hiçbir geçim derdi çekmedik. Çocuklarımız okudu, kimseye karşı mahcup olmadık. Mesela ben şu yaşıma kadar hiç kimseden borç istemek zorunda kalmadım.”
  4. d) İşlerde muvaffakiyet. Görüştüğümüz aile reisleri iş hayatlarıyla ilgili olarak gerek kendilerinin gerekse çocuklarının başarısızlık yaşamadıklarını söylemişlerdir. Bir aile üyesi şunu paylaşmıştır: “Çalıştığım iş yerinde sürekli ilerleme içinde oldum. İşimi sorumluluk şuuru ile yerine getiriyordum. Bu da açıkça görülüyordu. Kademe kademe ilerledim, başlangıçta daha az insanın, daha sonra birçok kişinin sorumluluğunu verdiler. Allah hiçbir zaman mahcup etmedi. Ben dürüstçe işimi yaparken zihnimin bir tarafında hep Risâle-i Nur, Risâle-i Nur hizmeti, Risâle-i Nur’daki hakikatleri insanlara ulaştırmak vardı. Hamd olsun, iş ortamında başarılı olunca Rabbim bunu da ihsan etti. İnsanlar itimat ettiler. Birçok insanın bu suretle Risâle-i Nur’dan haberdar olmalarına vesile oldum.” Görüştüğümüz aile üyelerinden -küçük yaşta çocuğu olanlar hariç- hepsi çocuklarının çok başarılı olduklarını söylediler. Bir hane sahibi, “Dört çocuğumun dördü de üniversite okudu, daha sonra iş hayatına atıldılar, çok başarılı iş hayatları var.” açıklamasında bulunmuştur.

İkinci başlıkta yer alan diğer sorularımızla ilgili olarak şöyle bir tablo ortaya çıkmıştır: Görüştüğümüz on ailenin çocuklarından hiçbirinin itikadî problemi olmamıştır. Başka bir ifadeyle çocuklardan ateist, deist, materyalist, agnostik olan yoktur. Farz ibadetlere gelince bir ailenin iki çocuğundan biri, diğer bir ailenin de bir çocuğunun günlük namazlar konusunda tekâsül içinde olduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan görüşülen aile üyelerinin tamamı çocuklarına gerek Risale okuma, gerekse namaz kılma konusunda yahut kız çocukları için tesettür konusunda asla baskı yapmadıklarını, sonucun olumlu olmasında bunun rolü bulunduğunu belirtmiş, ayrıca bir aile üyesi Said Nursi’nin Bedreddin isimli talebesi üzerinden verdiği derse[30] atıf yaparak çocukların yetişmesinde ve Nur dairesi içinde kalmasında annenin rolünün büyüklüğüne dikkat çekmiş, baba konusunda da onun en önemli görevinin ailesine “helal yedirmek” olduğunu, bu konuda yeterli duyarlılığa sahip olmayan ebeveynlerin çocuklarının sorunlu olacağını dile getirmiştir.

Son olarak on aileden dördünün yetişkinlik dönemine gelen çocuklarından bazıları Risâle-i Nur muhitleri ile irtibat kurmamış olup diğerlerinin bir şekilde bu muhitlerle ilişki içinde olduğu belirtilmiştir.

Sonuç

Kendisini “ilahî rehberlik” olarak niteleyen Kur’ân, tarih boyunca insanları çok yönlü olarak irşat etmiş ve irşat etmeye devam etmektedir. Onun bu irşâd fonksiyonu doğrudan gerçekleştiği gibi mealler, tefsirler, dersler, dinî kurumlar vs. üzerinden dolaylı olarak da gerçekleşmiş ve yine gerçekleşmeye devam etmektedir. Bu çerçevede kendine has bir Kur’ân tefsiri olan Risâle-i Nur da telif edildiği günlerden itibaren muhataplarını Kur’ânî usûl ve muhtevada aydınlatmış ve aydınlatmayı sürdürmektedir. İslam’ın inanç esaslarına yönelik şüphe ve itirazların arttığı dönemde kaleme alınan ve Kur’ân’ın daha çok iman hakikatlerini temellendiren, ibadetleri “teşrî-i hikmetleri” ile açıklayan, bunun yanı sıra siyasî ve içtimaî hususları da ihmal etmeyen Risâle-i Nur, -bir anlamda- tahkikî iman eğitimi veren bir kaynak özelliği arz etmiştir. Diğer taraftan bu kaynağın Kur’ânî hakikatleri nazarî olarak sunmakla kalmayıp aynı zamanda toplumsal taban temin ederek bir “şahs-ı manevî” oluşturması da önemli görünmektedir.

Risâle-i Nur’un müellifi olarak Said Nursi, Risâle-i Nur’un okunduğu mekânları “ders yeri, eğitim kurumu” anlamında “medrese” veya “Medrese-i Nuriye” diye anıp şahs-ı maneviyi ayakta tutacak ve güçlendirecek öteki pek çok prensibin yanında, Risâle-i Nur talebelerine, “evlerini küçük bir Medrese-i Nuriyeye çevirmeleri” tembih ve tavsiyesinde bulunması fertlerin eğitimi açısından olduğu kadar aile eğitimi açısından da dikkate değer nitelik taşımaktadır. Söz konusu tembihte ev halkının durum ve şartlarına göre her gün beş-on dakika okuyarak, yazarak veya dinleyerek Risâle-i Nur ile meşguliyetin tavsiye edilmesi Kur’ânî hakikatleri yalnızca bilgi cinsinden hatırlamakla ya da hatırlatmakla sınırlı kalmayıp aile içinde günlük tekrarlarla bunların pekiştirilmesi, şuur haline gelmesi ve paylaşılması açısından da son derece işlevsel bir mahiyet arz etmektedir.

Said Nursi’nin evlerin, dolayısıyla da ailenin yaygın bir eğitim kurumuna dönüşmesine yönelik bu tavsiyesinin dünyevî sonuçlarına işaret etmesi de anlamlı görünmektedir. Ona göre böyle bir uygulama insanlara imanlarını güçlendirme, şahs-ı manevinin duasına ortak olma, itikadî savrulmalardan uzak kalma gibi avantajların yanında “rızıkta bereket, kalpte rahat ve sürur, maişette sühûlet, işlerde muvaffakiyet” gibi dünyevi avantajlar da sağlamaktadır. Nitekim bu tavsiyeye uymaya çalışanlarla yapılan görüşmelerde ortaya çıkan sonucun burada belirtilen neticelerle örtüştüğü tespit olunmuştur.

Sonuç olarak Said Nursi’nin “evlerin Medrese-i Nuriye” olması istikametindeki tavsiyesi hem fertlerin hem de başta çocuklar olmak üzere aile bireylerinin dinî değerlerle donanması açısından çok kıymetli ve çok özgün görünmektedir.

 

Kaynakça

BEKİ, Niyazi, Kur’ân’ın Parlak Bir Tefsiri Risâle-i Nur, Şahdamar Yayınları, İstanbul, 2008

DEMİRUTKU, Kürşat, “Değerlerin Edinilmesinde Ailenin Rolü”, s. 7 (www.aep.aile.gov.tr; erişim tarihi 27.03. 2024)

DODURGALI, Abdurrahman, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İFAV Yayınları, İstanbul, 1996

MEHMET VEHBİ EFENDİ, Hülâsâtü’l-Beyan, Üçdal Neşriyat, İstanbul.

NURSİ, Said, Barla Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2020

NURSİ, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2020

NURSİ, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2020

NURSİ, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2020

NURSİ, Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2020

NURSİ, Said, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2020

SALMAN, Mehmet, Kur’ân’ın Özellikler ve Risâle-i Nur’a Yansımaları, Demlik Yayınları, İstanbul, 2024

SELÇUK, Mualla, Çocuğun Din Eğitiminde Dinî Motifler, TDV Yayınları, Anlara, 1991.

ŞAHİN, Harun, “Kur’ân’da Aile İçi Eğitim: Lokman Suresi Örneği”, Harran Ü., İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl 14, sy. 22, Temmuz-Aralık 2009, s. 81-91.

[1]       Kürşat Demirutku, “Değerlerin Edinilmesinde Ailenin Rolü”, s. 7 (www.aep.aile.gov.tr; erişim tarihi 27.03. 2024).

[2]       Değerler ağacında dini-manevi değerler, ahlâkî değerler, iyilikseverlik değerleri gibi değerlerin ayrı ayrı zikredilmesi İslam dini açısından sorunlu görünmektedir (bk. a.g.e., s. 16). Söz gelimi ahlâkî değerleri dinî değerlerden ayrı zikretmek mesela, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381) diyen Peygamber’in sözü ile bağdaşmamaktadır.

[3]       Sebe 34/28.

[4]       İbn Manzûr, Lisanü’l-Arab, “rşd” md.

[5]       Tirmizî, “Daavât”, 82.

[6]       İbrahim 14/1-2.

[7]       Şuara 42/7.

[8]       İsra 17/82.

[9]       İsra 17/9-10.

[10]     Bakara 2/185

[11]     Tahrim 66/6

[12]     Tâhâ 20/132

[13]     Bu konuda yapılan bir çalışma için bk. Harun Şahin, “Kur’ân’da Aile İçi Eğitim: Lokman Suresi Örneği”, Harran Ü., İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl 14, sy. 22, Temmuz-Aralık 2009, s. 81-91.

[14]     Lukman 31/12-19.

[15]     Bediüzzaman Said Nursi Tarihçe-i Hayat (İstanbul 2020), s. 42. Belirtildiği üzere, Hz. Peygamber (asm) rüya-yı sâliha da denilen rüyayı sâdıkayı “mübeşşirât” diye nitelemiş, nübüvvetin sona ermesinden sonra da devam edeceğini bildirmiştir (Buharî, “Ta’bîr”, 5). Rüyanın bağlayıcı olup olmadığı konusunda ise kelâm ve tasavvuf âlimleri tarafından farklı fikirler ortaya konulmuştur. Bk. İlyas Çelebi, Rüya”, DİA, XXXV, 306 vd.

[16]     Bu konuda müstakil bir çalışma olarak bk. Niyazi Beki, Kur’ân’ın Parlak Bir Tefsiri Risale-i Nur, İstanbul 2008; Mehmet Salman, Kur’ân’ın Özellikler ve Risale-i Nur’a Yansımaları, İstanbul 2024.

[17]     Said Nursi, Şualar (İstanbul 2020, YAY), s. 591.

[18]     Said Nursi, Emirdağ Lahikası (İstanbul 2020, YAY), s. 42 (24. Mektup).

[19]     On beş cilt olarak telif edilen eser 1920’lerden sonra basılmaya başlamıştır. Bk. Mehmet Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-beyan (İstanbul ts. [Üçdal Neşr.], Nâşirin Önsözü, s. 12.

[20]     Müellifin on iki yıl zarfında tamamladığı eser, 1936 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılmıştır. Bk. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur’ân Dili (İstanbul 1979), Naşirin Önsözü, s. VI.

[21]     Said Nursi, Emirdağ Lahikası (İstanbul 2020, YAY), s. 342 (Mektup no: 297).

[22]     Beş nevi ibadet şöyle sayılmaktadır: a) En mühim bir mücahede olan ehl-i dalalete karşı manen mücahede etmektir, b) Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım etmek suretiyle hizmet etmektir, c) Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir, d) Kalemle ilmi tahsil etmektir, e) Bazen bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır (Lem’alar, İstanbul 2020, YAY, s. 185).

[23]     Said Nursi, Kastamonu Lahikası (İstanbul 2020, YAY), s. 54-55 (Mektup no: 42).

[24]     Said Nursi, Sözler (İstanbul 2020, YAY), s. 647

[25]     A.g.s., s. 71 (Mektup no: 58).

[26]     Said Nursi, Şualar (İstanbul 2020, YAY), s. 300. Hadis için bk. Müslim, “Fedâilü’s-sahâbe”, 34.

[27]     Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 28 (Mektup no: 14).

[28]     Said Nursi, Şualar, s. 419.

[29]     Said Nursi, Şualar, s. 377.

[30]     Bk. Said Nursi, Barla Lahikası (İstanbul 2020, YAY), s. 289 (Mektup no: 257).