Aile Kavramı ve Birliği

Ahmet BATTAL, Prof. Dr. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

Özet

Kâinatın fıtratı insanı gerektirdiği gibi insanın fıtratı da aileyi iktiza eder. İnsan, cennetten dünyaya düşürüldükten sonra yeniden cennete yükselebilmesi için istidatlarını geliştirmelidir. Doğumdan ölüme sürüp giden bu tekâmül yolculuğunda insan çocukluktan yaşlılığa bütün hayat safhalarında aileye muhtaçtır.

İnsanın tekâmülü insanlığın gelişmesine bağlı olduğu gibi insanlığın tekâmülü de ailenin tekâmül etmesine bağlıdır. Fertten cemiyete ve oradan cihana yayılan bir tekâmül çizgisinin en önemli basamağı ailedir. İnkılap kanunlarının bu alandaki tahribatının tamiri için bütün hakiki hamiyet sahiplerine büyük vazifeler düşmektedir.

Aile ilişkilerinde ortaya çıkabilecek hukukî problemlerin Batılıların bakış açısı ile çözülmesi mümkün değildir. Ailenin hukuku evvela ana babanın hukukudur. Eşler arasındaki ilişkiler de hak değil feragat üzerine yükselirse ürün verimli olur. Bu sebeple aile hukuku çocuklar merkeze alınarak ve feragat esas alınarak yeniden düzenlenmelidir. Her çocuğun ana babasından en haklı vicdanî talebi kardeş isteğidir. Geniş ve büyük aile fıtridir. Doğum kontrolü nüfusun azalmasına ve çocuğun tek kalmasına sebep olacak hale gelmemelidir.

Ailenin muhafazası, her çocuğa ana babasını bilme hakkının gerçekten tanınmasına ve bu maksatla zinanın yasaklanmasına ve engellenmesine bağlıdır. Aynı gerekçeyle evlat edinmede mahremiyet sınırlarına riayet edilmesi ve süt kardeşliğinin ciddiye alınması gereklidir.

Aile içi şiddetin önlenmesi için alınan hukuki tedbirler elbette değerlidir ancak bunu yaparken cinsel sapkınlıkların görünür hale gelmesine ve yayılmasına sebep olmaktan da kaçınmak gereklidir.

Evlilik yetişkin insanın fıtratını tamamlar. Bu tamamlama tarafları eşit hale getirmez. Bu sebeple eşlerden birinin disiplin yetkisi ve sorumluluğu (kavvamlık) yönünden öne çıkması fıtraten de şarttır. Kavvam kaide olarak erkektir. Ancak Allah’a ve hesap gününe kuvvetle iman eden ve hesaptan ve haktan korkan her koca ve her baba, eşine ve çocuklarına zulmetmekten kaçınır. O halde aile içinde zulmü engelleyen asıl unsur imandır.

Boşanmak da helaldir ancak şartları, sınırları ve sonuçları çağdaş ihtiyaçlara ve fıtrî emirlere uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. Bu düzenlemeler açısından, varsa küçük çocukların üstün yararı, elbette eşlerin şahsi haklarından daha önemli ve üstündür.

Anahtar Kelimeler: ana babanın hürmet hakkı, çocuğun ana babasını bilme hakkı, eşler arası fıtrî eşitsizlik, boşanma sebepleri, çocuğun üstün yararı, boşanmada arabuluculuk

 

The Concept and Unity of Family

 

Abstract

Just as the nature of the universe necessitates human existence, human nature necessitates the family. After being cast down from paradise to Earth, humans must develop their innate abilities to escalate to paradise once again. In this journey of evolution from birth to death, humans need family throughout all stages of life, starting from childhood to an old age. The evolution of humanity depends deeply on the development of individuals, just as the evolution of humanity depends on the evolution of the family primely. The family is the most important step in the line of evolution that spreads from the individual to society and from there to the world. It is the enormous obligation of all sincere patriots to make up for the awful harm caused by revolutionary laws and conducted movements in this domain. Even though it is not possible to solve legal problems that may arise in family relations from a Western perspective. The law of the family is primarily the law of parents. If interactions between couples are built on selflessness rather than rights, the outcome will be beneficial. For this reason, family law should be reorganized with children at the center and based on selflessness. Obviously, every child’s most rightful moral demand from their parents is the desire for siblings as the Large and extended families are natural. Also birth control should not result in a decline in population and children remaining as only children. The maintenance of the family hinges on fully respecting every child’s right to know their parents, as well as outlawing and preventing adultery. For the same reasons, it is critical to respect the bounds of privacy in adoption and to take milk kinship seriously. Legal efforts to prevent domestic violence are undoubtedly beneficial, but caution must be exercised to avoid allowing sexual perversions to become evident and proliferate. In addition, marriage completes the nature of the adult human. This completion does not make the parties equal. For this reason, it is naturally essential that one of the spouses stands out in terms of disciplinary authority and responsibility (qawwamah). The qawwam concept is unique due to the fact it is a true rule set by the man himself. Every husband and father who believes in God and Judgment Day, as well as fears accountability and justice, avoids oppressing his wife and children. As a result, faith is the most important factor in averting domestic persecution. On the other hand, divorce is also permissible, but its conditions, limits, and consequences should be reorganized in accordance with contemporary needs and natural commands. In terms of these regulations, the best interests of young children, if any, are certainly more important and superior to the personal rights of the spouses.

Keywords: filial piety of kids to parents, the child’s right to know their parents, natural inequality between spouses, reasons for divorce, the best interest of the child, mediation in divorce

 

Giriş

Yeni Asya Vakfı Risale-i Nur Enstitüsünce her yıl Bediüzzaman Haftası kapsamında düzenlenen Risale-i Nur Kongrelerinin 2024 yılında yapılmış olan 17.’sinin ana teması “Toplumun Temeli: Aile”  olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda düzenlenen masa çalışmalarında, Enstitü sekretaryasınca teşkil edilen beş masadan biri olan “Aile Kavramı ve Birliği” masasında, yine sekretarya tarafından hazırlanıp bildirilen konu başlıkları çerçevesinde yapılacak müzakerelere temel ve hazırlık oluşturmak üzere kaleme aldığımız ve masa katılımcılarına özetini tebliğ ve müzakere ettiğimiz bazı tesbit ve tekliflerimizi aşağıda beş ana başlık altında paylaşacağız.

1. İnsanın ve Beşerin Tekâmülünde Aile

1.1.  Hücre-i Saadet: Aile

İnsan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekâmül ve tekemmül etmek için gönderilmiştir. Bu tekâmülün ferdî planda sağlıklı bir gelişme şeklinde olabilmesi için insanın içine doğduğu çevre ile ilişkileri mükemmel olmalıdır. İnsanın ilişkilerinde birinci halkası ailesidir. Her insan bir aile içinde doğma ve yaşama hakkına fıtraten maliktir. Aile, insanı insan yapan en önemli fıtrî değerdir.

İnsanın maddî tekâmülü -biyolojik olarak- hücreden başladığı gibi insanın manevî tekâmülü de bir “hücre-i saadet”ten başlamalıdır ki hakikaten tekâmül olabilsin. Hücre-i saadetin manevi merkezi Peygamberimizin mübarek hanesi ve pak ailesidir. O mübarek mekâna gelenekte ve Risalelerde “hücre-i saadet” denmesinin bir sebebi de bu olsa gerektir.

1.2. Esma-ül Hüsna Tecelligâhı: Aile

İnsanın kabiliyetleri ve bu kabiliyetlerin inkişafı ve tekâmülü Allah’ın bütün güzel isimlerinin tecellisi nispetinde tezahür edebilir.

İnsanda tecelli eden esmanın bir kısmı, insanın ana münasebet yapısı olan ailede ve aile ilişkilerinde de tezahür eder.

Ailedeki esma tecellilerinin az bir kısmı Celalî tecellidir. Ancak büyük çoğunluğu Rahman ve Rahimle başlayan Cemalî tecellilerdir.

Bu sebeple aile bir cennet çekirdeğidir ve cennetin varlığının en önemli delillerinden biri aile içindeki fedakârâne ve bedelsiz muhabbet ve merhamettir.[1]

1.3. Samimiyet Merkezi: Aile

İnsanın manevî varlığını kemiren ve tekâmülüne mani olan en önemli düşmanlardan biri ikiyüzlülüktür ve bu da münafıklık riskini doğurur. Aile, efradını nifaktan muhafaza eden bir sığınaktır. Tarih boyunca, toplumun diğer tabakalarında, sosyal baskılar ve devlet baskısı gibi sebeplerle, insanlar inandıklarını söyleyememişler, inandıklarından farklı yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Ancak aile ve bilhassa çekirdek aile, bu zoraki dış görünüşün ve sahte kabuğun kolaylıkla çıkarılıp atılabildiği bir sığınak olmuştur. Bu sebeple ana baba ile evladı arasındaki ilişkilere ikiyüzlülük sirayet edemez.

Ailenin bu samimiyet sığınağı vasfı, toplumu geliştirmek ve böylece ihlas ve samimiyet cemiyetini elde etmek için de kıymetlidir.

1.4. Dua ile Tekâmül Merkezi: Aile

Aile manevî tekâmülün vasıtaları olan ilmin de duanın da merkezi ve ana basamağıdır. “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?”[2] mealindeki ayetin işarî manalarından biri de şu olsa gerektir: “Sizin için hayır dua eden bir aileniz varken bu dua kaynağınıza kıymet vermezseniz Allah katında ne ehemmiyetiniz var olabilir ki?”

Bilhassa ana babanın hayır duasının kıymeti ve bedduasının riski büyüktür.

Aile sayesinde elde edilecek manevi ve uhrevi tekâmül olmazsa maddî ilimlerle gelen ve kabir kapısında sönmeye mahkûm olan dünyevî tekâmülün de hakikatte bir kıymeti olmaz. En meşhur bilim adamının da, dünyanın yarısını fetheden bir fatihin de en muhtaç olduğu varlık ailedir.

1.5. Fıtrî Terbiye Ocağı: Aile

Maddî ve manevî eğitim ve terbiye, ana karnında başlar ve ana kucağında devam eder. Akran eğitimi ve okul eğitimi sonra gelir. Terbiyeli fertler ancak sağlam aile ortamında yetişir. Aileden mahrum bir eğitim ruhsuzdur, değerlerden mahrumiyet manasında değersizdir.

1.6. Bedelsiz-Mübadelesiz Servet: Aile

İnsanın parayla satın alamayacağı şeyler sayılırken “zamanın bile” parayla satın alınabileceği söylenir. Ancak aile ilişkileri ve akrabalar sun’i olarak oluşturulamaz, parayla asla satın alınamaz.

Bu da gösterir ki ailenin yerine başka şey ikame edilemez. Aile sun’i olarak üretilemez.

1.7. Yıkıcı İnkılâpların Muhatabı: Aile

Bilhassa modern çağda ve son iki yüz senede aileyi reddeden feminist, komünist ve nasyonal sosyalist ideolojiler sahte hürriyet ya da sahte zenginlik ve kuvvet adına insanlığı tahrip etmekten başka bir işe yaramamıştır.  Bu dönemde ailenin karşıladığı ihtiyaçları karşılayacak çok sayıda sun’i kurum üretilmiş ancak hiçbiri ailenin yerine geçememiştir.

Bundan sonra da aksi beklenmez. İnsan “insan olarak kaldığı” sürece aileye doğacaktır, aile kuracaktır, ailede ağırlanacaktır, cennete ailesince uğurlanacaktır.

Bu sebeple aile dönüştürülemez. İnkılaplara malzeme edilemez. Aileyi “dönüştürmek”, onu başka şeyle mübadele etmeye çalışmak demektir. Bu ise fıtratı bozar.

Bu kapsamda, bilhassa 1926 sonrasındaki inkılâp kanunları ve aslında İsviçre’den alınmasına rağmen “yeni” denilerek dayatılan Medeni Kanunun ve onun güncellenmiş versiyonu olup aslında 28 Şubat Sürecinin mahsulü olan şimdiki Medeni Kanunun Aile Hukuku Kitabının materyalist bakış açısıyla ve “inkılâp” hesabına yaptıklarının Müslüman Türk cemiyetinin ahlak ve aile yapısında meydana getirdiği tahribatın boyutları ve bunların nasıl telafi edilebileceği, özel olarak çalışılması gereken bir konudur.

2. Aile ve Hukuku

2.1. Fıtrat, Vicdan ve Hukukun Emri: Aile

İnsanın aile sahibi olması fıtri olanıdır. Fıtri şeriat, aileyi emrettiği gibi kelamî şeriat da nikâhı ve aileyi emreder ve insanın manevî tekâmülünde ailenin kaidevî mahiyetini tesbit eder. Zira cennete layık kıvamdaki insanın manevi heykeli o kaide üzerinde yükselebilir. Dinlerin aile konusundaki ahlâkî ve hukuki kaidelerinin kaynağı da budur.

Öte yandan aile kavramı ve aile hukuku insanı bir merkez varlık ve üst değer olarak kabul eden beşerî insan hakları teorilerinin de merkez kavramıdır. Zira İlahî hukuk gibi tabii hukuk anlayışı da fıtratı reddedemez. Bu sebeple aile, uluslar üstü insan hakları metinlerinin de önemli kavramlarındandır. Bu nokta, aile konusunda Kur’an’ın bakış açısının dünyaya mal edilebilmesi için yapılabilecek uluslararası işbirliği adımları için de önemli bir basamaktır.

2.2. En Âli Hukuk: Hürmet Hakkı

Hukuk beşerî ilişkilerin düzenlenmesi ilmi ya da sistematiğidir. Bu ilmin çekirdeğinde aile ilişkileri ve bu ilişkilerdeki hukuk (haklar) vardır.

Elbette Kur’an’ın dersiyle ve talimiyle, Risale-i Nur, âleme en yüksek ve büyük hak-hukuk dersini şöyle veriyor:

“Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş her bir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. (Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.)”[3]

Gerçekten, babaların ve bilhassa annelerin şefkatini, mümin olsun kâfir olsun, herkes görür. Bu hakikati gören “insan”ın, onların hürmet hakkının hakikatini görememesi ya da görmezden gelmesi canavarlaşmanın başlangıcıdır. Hukuk sistemlerinin bu hakka yer vermemesi ise adalet perdesi altında ika edilen en yaygın zulümdür.

O halde Kur’an’ın bu adalet ve hukuk dersinin başta Hukuk Fakültelerindeki Aile Hukuku derslerinde olmak üzere bütün okullarda birinci ahlak ve hukuk dersi olarak okutulması zaruridir.

2.3. En Yüksek Hak: Buzdan Havuza Fedakârlık Hakkı

Hadiste bildirildiğine göre “Sizin en hayırlınız, aile efradına hayırlı olandır.”[4] Hamiyet duygusu aileden başlar. Feragat ve fedakârlık aileyi ayakta tutan ana değerlerdendir. Aile “ben”den vazgeçip “biz” olabilmek demektir. Bu manada müminin ailesi samimi bir dua şirketidir ve fıtri bir şahs-ı manevidir.

Aile şahs-ı manevisi de bir havuzdur ve bir buz parçası hükmündeki nefsini o havuza atıp eriten her bir aile ferdi, bu feragati neticesinde o havuzu da o havuzun manevi gelirini de kazanır.

Bu sebeple aile birliğinde ana değer “hak” ve “hukuk” değil, ortak amaç için fedakârlık, hürmet ve merhamettir.

2.4. Dikey Şefkat İlişkisinin Kıymeti

Diğer akrabalık ilişkilerinden farklı olarak ana baba ile çocukları arasında münakaşa sebebi olacak bir husus yoktur ve olamaz. Zira ana baba evladının sebeb-i vücududur.

Bu sebeple mesela, bir anne kızının güzelliğini kıskanamaz. Baba, oğlunun başarısını ya da servetini kıskanamaz. Evlat da ana babasının maddi ve manevi zenginliğini kendi varlığı bilir ve öyle muhafaza eder. (İnsanlığı bozulmuş ve canavarlaşmış ana babalar veya evlatlar elbette vardır ve bahsimizden hariçtir.)

Yine bu sebeple, hukuk düzenleri, kendi hakkını bizzat koruyamayacak olan her çocuğun hakkını fıtraten en iyi şekliyle kendi ana babasının koruduğunu kabul eder ve veliyi denetlemeye ihtiyaç duymaz. Sadece somut özel durumlarda velayeti kaldırmak gibi tedbirler alır. Buna karşılık mahkemece atanan vasiler akraba da olsalar çocuğun hakkını gereği gibi korumaktan uzaklaşabilirler. Bu sebeple hukuk düzenleri vasiyi denetlemeye yönelik mekanizmalar kurmuştur.

2.5. Hısım Olan Hasım Olamaz

Hasım olup husumeti sürdüren de hısım olarak kalamaz.

Bu sebeple aile içinde şahsi hakkını aramanın ve bu maksatla dava açmanın sınırı çok dardır.

Öncelikle evladın ana babaya karşı bir hakkı yoktur ki hak dava etsin ve hukuka ve kanuna müracaat etsin.  Bu sebeple İslam Hukukunda ana babaya karşı dava hakkı ancak çok sınırlı hallerde kabul edilmiştir.[5]

İkinci olarak kardeşler ve eşler arasında da asıl olan hak değil fedakârlık ve feragattir. Eşler arasındaki ve aile ilişkilerindeki kardeşlik hukuku da uhuvvet prensiplerine uymayı gerektirir.

2.6. Evlada En İyi Miras: Bol Kardeş

Doğum kontrolünün ve ikiden az çocuk sahibi olmanın fertler yönünden sebebi “az çocuk daha iyi yetiştirilebilir” varsayımıdır. Bu varsayımın doğruluğu fikri aslında ciddi bir yanılgıya dayalıdır.

Öncelikle “iyi yetiştirmek” oldukça sübjektiftir. Ayrıca aile içi akran eğitimi en önemli eğitim formatıdır. Bunun için de ailede kardeşler ve kuzenler gereklidir.

Zaten bir ana babanın evladına bırakabileceği en iyi miras; diploma, holding hissesi ya da çiftlik-malikane vs. değil, geniş ailedir ve bol kardeştir. Zira geniş aile ve akrabalar başka yollarla ve bilhassa parayla vs. değil ancak fıtri biçimde edinilebilir.

Nitekim tarih boyunca yaşamış ve günümüzde de bilinen iyi insanların özelliği tek çocuk olmaları ya da az kardeş sahibi olmaları değildir. Aksine hem teknik anlamda akademik eğitim ve hem de görgü ve göreneğe dayalı terbiye, genellikle, tek çocuklu aileden ziyade, akranlarla ve örnekliklerle dolu geniş ailede ve müsabaka içinde verilir.

2.7. Kayınvalide de Valide mi?

Doğumla kurulan akrabalık gibi evlilikle kurulan akrabalık (sıhret-musaheret) da fıtri bir statüdür. Akrabayı ziyaret, sıla-i rahim ve ana baba dostuna hürmet bu sebeple ibadettir. Bu ziyaretin kapsamına eşin akrabaları da girer.

Eşin akrabalarının akrabalık bağları konusunda dine aykırı olmamak kaydıyla törelerin ve örfün de nazara alınması gereklidir. Nitekim bizim kültürümüzde nikâhla sadece eşler evlenmez. Eşlerin akrabaları da birbirleriyle bir anlamda evlenmiş gibi olurlar. Bu durum aileyi ayakta tutan önemli meşru güç kaynaklarından biridir.

Bir göz hatırı için çok gözler -bu hısımlık sebebiyle de- sevilir ve sevilmelidir.[6]

2.8. Akrabayı Gözetmenin Sınırları

İnsanın fıtratı yakınını ve ailesini koruyup gözetmesini gerektirir. Bu aynı zamanda dinen de bir emirdir. Ancak bunu yaparken ehliyet ve liyakat gibi adalet prensiplerinden de taviz verilmemelidir.

Esasen özel sektörde verimlilik gözetildiğinden bu prensiplere genellikle riayet edilir. Meşhur bir holding patronunun kabiliyetsiz ve vasıfsız çocuğunu “işlerden birin başına koyarsak işi batırır, en iyisi uzak tutalım” diyerek yıllarca Avrupalarda okumaya gönderdiği bilinir. Ama kamuda işe alımlarda ve terfilerde bu hususa yeterince riayet edilmeyebilmektedir. Çare, ayetle de teşvik edilmiş olan o “koruma ve gözetme”nin el kesesinden değil hususi imkânlardan verilmesidir.

3. Ailenin Muhafazası

3.1. Çocuğun İnsan Hakkının (Ana Babayı Bilme Hakkının) İhlali: Zina

“İzdivaç ediniz, çoğalınız” hadisinin de işaret ettiği üzere çoğalmanın fıtri yolu evlilik ve ailedir. Evlilik dışı çocuklar (ve bilhassa zeki ve kudretli çocukların kitlesel zulümleri) meselesi eski çağlardan bu yana insanlığın en önemli problemlerindendir.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 7. maddesine göre, “Her çocuğun mümkün olduğu kadar ana babasını bilme hakkı vardır.” Bu hükmün dolaylı anlamına göre her çocuğun bir aile içinde doğmaya ve büyümeye de hakkı vardır.

Bu fıtri ve hukuki gereklilik ise zinayı yasaklamayı ve engellemeyi gerektirir. Zinadan kasıt, en temel şekliyle, kadının ve erkeğin, babası belirsiz bir çocuk doğacak şekilde cinsi münasebette bulunması eylemidir.

Doğacak çocuğun anasının ve babasının belirlenebilirliği açısından kadın ve erkek birbirinin eşiti değildir. Şöyle ki:

Evli kadın kocasının inhisarındadır. Ancak kadın kocasını kolaylıkla inhisar altına alamaz. Erkeğin aynı anda birden çok kadınla evliliği fıtrata aykırı değildir. Zira doğacak çocukların anası da babası da bellidir. Oysa bir kadının aynı döllenme döneminde birden çok erkekle evli olması halinde doğacak çocuğun babası belirsizleşir.

Evlenmek isteyecek bir gencin eş adayı hakkında bilmek isteyeceği birinci bilgi, kendisi ile eş adayı arasında, gizli kalmış bir kardeşlik bağının bulunup bulunmadığıdır.

O halde doğacak çocuğun babasının bilinmesi için zinanın yasaklanması bir gerekliliktir.

Bazı tarihçilere ve antropologlara göre, tarih boyunca, aynı döllenme döneminde, birden çok erkekle, bile isteye beraber olmuş olan bazı Amazon kadınları gibi toplumsal sapmalar da diyebileceğimiz bazı kötü örneklerin de var olmuş olması bu fıtri gerçeği değiştirmez.

“Genetik ilmindeki gelişmeler yardımıyla kardeşler tesbit edilebilir, o halde babanın bilinmesi için zinayı yasaklamaya gerek yoktur” diyenlere şunu sormak gerekir: “İnsanlar aile kurmaya yönelik ilişkilerini genetik testlerden sonra mı başlatmalı ve sürdürmeli? Bu fıtrî midir?”

Çocuk “sahibi olma” ihtiyacını gidermek üzere “taşıyıcı annelik” ve suni dölleme gibi uygulamalar ile “sperm bankası” gibi gayrı fıtri uygulamaların engellenmesi için gerekli hukuki ve ahlaki zemin de yine bu bağlamda dikkatle takip edilmelidir.

3.2. Fıtrî Mahremiyetin Hisarı: Aile ve Evlatlığı

İnsan çocukluğundan beri utanır, sıkılır. Ar damarı çatlamış insan insanlığını da kaybetmiş insandır. Mahremiyetin sınırı da hisarı ve inhisarı da kalesi de ailedir. İnsan aile içinden birileriyle evlenmez ve evlenemez. Gerçek ailesinden olmadığını bildiği birileri ile evlenmesi ise daima mümkündür.

Bu sebeple, ailesi olmayan çocuklar ve çocuğu olmayan eşler için aile ve evlat edindirme uygulamaları, bu mahremiyete dikkat edilerek geliştirilmelidir.

İslam Hukukunda “evlatlık” ve “evlat edinme” müessesesinin fiilî durum olarak dahi kabul edilmemiş olmasının sebebi aile içi mahremiyete ve evlenme yasaklarına dikkat edilmesi ihtiyacıdır. Çünkü kişiler, birilerinin onlara “siz kardeşsiniz” demesiyle kardeş olmaz. Aynı evde de yaşasalar farklı cinsten iki yetişkin, gerçekte kardeş değillerse; aralarında, birbirlerini eş adayı olarak beğenme, gönül verme ve evlenmek istemelerini engelleyecek şekilde bir yasak yoktur. Böyle bir yasağı kanunla koymaya kalkmak da fıtrata aykırıdır. Aynı şekilde başka aileye evlatlık olarak giden kişinin kendi öz kardeşiyle evlenemeyeceği de açıktır.

O halde “evlat edinme” yoluyla anne babadan başkasına nesep atfedilmesi, o çocuğun yetişkin hale geldiğinde kuracağı aile ilişkilerinin de bozulmasına sebep olur.

Yine bu sebeple, çocuğu olmayan ve bu ihtiyacı “evlatlık” edinerek gidermek isteyen aileler, yakın akrabadan çocuk alıp evlat edinirken, bunu mahremiyete de riayet ederek büyütebilecekleri çocuklar seçerek yaparlar.

Mesela çocuğu olmayan eşlerden erkeğin kız yeğeni veya kadının erkek yeğeni evlat edinilir. Böylece çocuk büyürken evde namahremiyle yalnız kalmamış olur. Zira evlatlık kız, evinde büyüdüğü ve babası gibi gördüğü öz dayısı ya da amcasıyla da onun eşi olan kendi üvey annesiyle de mahremdir. Aynı şekilde oğlan da evinde ve elinde büyüdüğü kendi öz halası ya da teyzesiyle de onun kocası olan kendi üvey babasıyla da mahremdir. Bunların aynı evde yalnız kalmalarında bir mahzur yoktur.

3.3. Süt Kardeşliğinin Hakikati ve Hileler

İslam hukukunda süt kardeşliği müessesesinin kabul edilmesi aile ilişkilerinde ve evlenme yasaklarında mutlaka dikkate almamız gereken bir durumdur. Günümüzde süt emzirme ve dolayısıyla süt kardeşliği ihtiyacının azalmış olması, bu durumu değiştirmez.

Aslında 1926 tarihli Türk Medeni Kanununun Resmi Gazete’de ilk yayınlanan biçiminde 92. ve 112. maddelerde süt kardeşliğinin de bir evlilik engeli olduğu kuralı vardı. Ancak “laiklik ilkesi” açısından “gözden kaçan” bu durum Çankaya Köşkü’ndekilerin hoşuna gitmemiş olacak ki “kanun değişikliği ancak kanunla yapılabilir.” kuralı da ihlal edilerek sonraki günlerde, baskı hatalarının düzeltilmesi için yayınlanan “hata savap (yanlışlar ve doğrular) cetveli”nde, bu iki hüküm, adeta, “çaktırmadan” metinden çıkarılmıştır. Böylece süt kardeşliği hükmü kanundan tam bir emrivaki ile gizlice ve kanunsuz biçimde çıkarılmış oldu. Bu da ayrıca çalışılması gereken bir meseledir.

3.4. Aileye İhanet: Besleyebileceğin Kadar Çocuk Yap!

Doğum kontrolü ve ikiden az çocuk kuralı, sosyal ve iktisadi gerekçelerle ve kaynakların kıtlığı ya da yetersizliği düşüncesiyle savunulamaz.

Her şeyden önce, “ekonomi bilimi”nin Batılı bilim(!) adamlarınca yapılan “Kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların üleştirilmesi ilmidir.” şeklindeki tarifinde yer alan iki varsayımın ikisi de yanlıştır ve müminin reddetmesi gereken varsayımlardır.

Birincisi kaynaklar kıt değildir. Allah yarattığı hiçbir canlıyı aç bırakmamıştır. Zaruri ihtiyaca ve rızka Allah kefildir.

İkincisi ihtiyaçlar da sınırsız değildir. Sınırsız olan insanın hırsı ve isteğidir. Bu hırstır ki insanı mal yığmaya ve başkalarıyla paylaşabileceği şeyleri paylaşmamaya ve hatta uğrunda ölmeye yöneltmektedir.

Dolayısıyla dünya ölçeğinde açlık riski konusunda mesele nüfusun “aşırı artması” değil, aksine kaynakların adil dağıtılmasını sağlayacak evrensel bir düzenin kurulamamış olmasıdır.

Öte yandan unutulmamalıdır ki kıyametin pek ciddi görülen senaryolarından birinde doğurganlık bitmekte ve kıyamet böylece kopmaktadır. “Son Umut” isimli filmin senaryosu bu açıdan ilginçtir.

Doğacak çocuğun cinsiyetine tıbbi teknik usullerle müdahalenin mümkün olmasından itibaren ayrıca bu konunun hukuki ve ahlaki boyutu ve sınırları da önemli hale gelmiştir.

3.5. Aile ve İstanbul Sözleşmesi

İstanbul Sözleşmesinin görünüşte varlık sebebi aile içi şiddetin önlenmesiydi. Bu yönden elbette doğru bir hedefi de vardı. Ancak başlangıçta içine bir zehir de şırınga edildi ve fakat bu husus iktidardaki siyasetçilerce o tarihlerde hakkıyla anlaşılıp engellenemedi.

Sonradan ortaya çıkan bu zehrin ayıklanması da mümkündü ama onun yerine toptancı bir bakışla Sözleşme siyasi etkilerle tümüyle yok sayıldı. En ilginç olanı da şudur: Bu sözleşmenin ürünü olan kanun bazı tartışmalı hükümleriyle halen ve aynen yürürlüktedir. Bu durumda Sözleşmenin siyasi bir “kimvurdu”ya kurban gittiği ve bu durumun Türkiye’nin itibarını ciddi biçimde zedelediği söylenebilir. Zira şimdi Dünya, bize, “içinde İstanbul’un olmadığı bir İstanbul Sözleşmesi” ironisi ile adeta gülmektedir.

3.6. Cinsel Sapıklıklar Meselesi

Aile her yönden ve bilhassa cinsellik açısından mahremiyet alanıdır. İnsan insan olalı beri kardeşiyle evlenmemektedir. Manevi prensiplerde tekâmülde ensestin dışlanmış olması önemlidir. Ensesti insanın hayvani (cismani) yönü değil insani yönü (ruhani kimliği) reddeder. Homoseksüellik ve benzerleri ise insanın hayvanî yönünün dahi reddettiği sapkınlıklardır.

Diğer ifadeyle ensestin hukuken de yasak olması gerektiğini kabul eden bir kişinin diğer cinsel olağandışılıkları hürriyet ve benzeri gerekçelerle de olsa savunmaya ya da normalleştirmeye çalışması kendi içinde dahi çelişkidir. Bu konuda ikna edilmesi gereken kişiler için bu örnek yeterince uyarıcı ve uyandırıcıdır.

Bu meselede hüküm vermek için, konuya fıtrat ve şaz kavramları yönünden yaklaşmak ve doğru ön tespitler yapmak gereklidir. Zaten işin özü, cinsellik açısından mahrem alanda ve rıza ile ne olduğu değil, cinselliğin mahrem alanın dışına taşırılmasına yönelik nefsanî isteklerin nasıl engelleneceğidir. Bu açıdan bakıldığında da olağan cinsellik ile şuzuzat nevinden cinsellikler ve gayrimeşru yönelimler arasında esasen bir fark yoktur.

Aynı cinsten yetişkinlerin bir aile kurma ve evlenme isteğini devletlerin kabul edip etmemesi de aslında bu sun’i “aile”nin “eşlerinin” birbirlerine mirasçı olma ve ortak evlat edinme hakkı ile ilgilidir ve toplumsal baskılara dayanamayarak eşcinsel evlilikleri tanıyanlar da dâhil hiçbir hukuk düzeni henüz bunlara izin vermemektedir.

Dolayısıyla kamusal haklar ve hürriyetler açısından bakıldığında bu meselenin fazlasıyla öne çıkarılması, aslında, ar damarı çatlamış ve böylelikle insaniyetini kaybetmiş tehlikeli kişilerin kendi hallerini yaygınlaştırma isteklerinin ekmeğine yağ sürmektedir. Bu konuda dikkatli olmak özellikle gereklidir.

4.İnsanı Tamamlamanın Yolu: Nikah ve Evlilik

4.1. Bekârlık Bî-kârların Kârıdır

Aileyi kuran evlilik ve nikâh da bir akid olmakla birlikte diğer günlük adi ya da ticari muamelatımızdaki akidler gibi basit ve dünyevi değildir. Hazreti Âdem atamız ve Havva validemiz cennette nikâhlanmışlardır. Demek, nikâh cennetlik bir akiddir. Anadolu’da kız istenirken “Allah’ın emri, Hazreti Peygamberin kavliyle…” diye başlanmasının bir hikmeti de eşlerin ve aile fertlerinin ömürleri boyunca bu irade ve şuur içinde yaşamasının arzu ediliyor olmasıdır. Bu sebeple nikâh doğrudan uhrevi bir akiddir ve bu sebeple aynen aile gibi fıtridir ve fıtratın bir gereğidir.

Evlenmiş olmamakla birlikte ailenin değerini çok iyi bilen bir sosyolog ve psikolog olarak Bediüzzaman’ın, “nikâhta keramet vardır” özdeyişini de açıklayan şu tespitleri çok ilginç ve önemlidir:

“Evlenmeli! Bekârlık bikârların kârıdır. Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivac, tasfiye tehzib eder.”[7]

Yani evlenme çağına gelmiş kız evlenmeden önce biraz kızdır ama üçte biriyle erkektir. Zira bilhassa kendisini maddi ve manevi tecavüzden koruma ve cesaret ihtiyacı onu bir parça erkekleştirir. Evlilikle o vazifeyi kocası üstleneceğinden kendisi artık tam “hanım” olur. Hele Allah çocuk da nasip ederse, hanımlığa mahsus latife haline, anneliğe mahsus “rahime”liği eklenir ve “hanım anne” olur.

Yani evlenme çağına gelmiş oğlan da evlenmeden önce biraz erkektir ama üçte biri de halen çocuktur. Evlilik bu eksiği giderir, çocukluğu kaldırır, oğlanı sorumluluk altına sokar ve “erkek adam” eder. Hele bir de Allah evlat verirse, o evlat yetiştirme mesuliyeti erkeğin sertliğini alır, kıvamını artırır, ahsen-i takvime yaklaştırır.

Bunlar da göstermektedir ki ailede eşler eştir ama “eşit” değildir. Mutlak eşitlik zaten söz konusu değildir Ve haklarda eşitlik de bir aile değeri değildir. Statü farklılığı ve bundan kaynaklanan eşitsizlikler fıtridir.

4.2. Evlilikte Ana Konu: Aile İçinde Rol Dağılımı

Ailede mutlak eşitlik anlamlı olmadığı gibi kadın erkek eşitliği ailede haklar açısından da anlamlı değildir.

Aile ana baba ve çocuklardan ve kardeş, kuzen ve torunlardan oluşur. Roller netleşirse bu statüler doğru zemine oturur.

Ana, babalık yapmaya ya da baba da analık yapmaya çalışmamalıdır. Elbette mecburiyet halinde ananın babalık ve babanın da analık yapma hususundaki manevi kuvveleri gelişebilir. Ama bu bir istisnadır. Birinci eşten boşanma ya da eşin vefatı halinde bilhassa çocuk da varsa ikinci evlilik bu sebeple hem fıtrîdir ve hem de teşvik edilmiştir.

Ana babanın evladına kardeşlik yapması da aynı şekilde yanlıştır. Zira bu iki rol birbirine zıt bazı özellikleri barındırır. Kardeşlik akranlıktır ve sağdıçlıktır.

Bazı ailelerde roller eşlerin zaafları sebebiyle ya da fıtri ihtiyaçlar sebebiyle değişir. Mesela üç kızı olan bir ana babanın, kızlarından birini (genellikle en büyüğünü) bir tür “erkek gibi” yetiştirmesi bu çocuğun fıtratını bozmasa da mizacını değiştirir. Bu kızla evlenecek olan erkek, “az da olsa erkekleşmiş bir kız” ile evleneceğinin farkında olmalı ve onu yeniden “hanım”laştırmak için dikkatli bir okuma/dokuma yapmalıdır. Erkeğin hanımlaşması ihtimali de geçerlidir ve az da olsa görülür.

Sosyal düzendeki değişiklikler ve “zamanın hükmü” sebebiyle işbölümünde rol dağılımının değişmesi gibi hususlar da belli ölçüde kabul edilebilirdir.

Mesela kız çocuklarının okumadığı ve diplomaya bağlı bir mesleğe sahip olmadıkları eski dönemlerin sosyal alışkanlıkları günümüzde hızla değişmekte ve buna bağlı olarak ailede ve ev içindeki rol dağılımları da hızla değişmektedir. Dinin özüne aykırı olmayan ve fıtrata da ters düşmeyen bu tür değişimlere direnmeye çalışmak fıtrî değildir.

Buna karşılık, “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi görünüşte makul gerekçelerle de olsa insan fıtratına aykırı rol dağılımlarına karşı her zaman dikkatli olunmalıdır.

4.3 Ailede Disiplin Amiri İhtiyacı: Kavvam

1926 tarihli eski Medeni Kanun, İsviçre’den alınmış olsa da, Kur’an’a da uygun olarak “Koca evlilik birliğinin (ailenin) reisidir.” diyordu. 2002’deki yeni Medeni Kanun bu kuralı kaldırdı ve eşitlik prensibini benimsedi. Anlaşmazlık halinde eşleri mahkemeye başvurmaya yönlendirdi. Bu durumun aile içinde otorite boşluğu doğuracağı ve aile içi anlaşmazlıkları körükleyeceği açıktı ve öyle de oldu.

Her toplulukta bir disiplin amiri şarttır. Topluluk içinde hakkın hukukun zayi olmasını engellemek ve vazifenin ifasını sağlamak bu amirin vazifesidir.

Nisa Suresinin 34. ayetinin bir meali şöyledir: “Erkekler kadınlar üzerinde kavvam, yani yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın insanların bir kısmını diğerlerinden üstün yaratması ve bir de erkeklerin, kendi mallarından mehir ve evin geçimi gibi harcama yükümlülüklerinin olmasıdır.”[8]

Öncelikle belirtelim ki Kur’an’da “kavvam” olarak ifade edilen kişinin bu statüsü onun için bir hak değil bir vazifedir.

Fıtrî kavvam ailedeki erkektir. Bu babadır, büyük babadır, büyük ağabeydir. Her kime bu vazife düşmüşse fıtrî ve Kelamî şeriata göre ve şeriata zıt olmayan örfe uyarak uygulama kuralları koymalı ve müeyyide tatbik etmelidir.

Yoksa, karı koca arasındaki her anlaşmazlığı mahkemeye intikal ettirmeye kalkmak, aile içinde kalırsa “kol kırılır yen içinde” sözüne de uyularak kolayca çözülebilecek olan birçok küçük meselenin büyümesine ve boşanmaya kadar giden çatlakların açılmasına sebep olur ve olmaktadır.

4.4. Boynuzlu Koçun ve Kavvamın Hesabı

Ailede ya da diğer topluluklarda disiplin amiri (kavvam) durumunda olan kişi her kim ise o haddi aşmaktan da çekinmelidir. Zira amirliğinde haddi aşan zulmetmiş olur. Hadis-i Şerifte bildirildiği üzere “boynuzsuz koyunun boynuzlu koçtan hakkını alacağı” günler elbette gelecektir.

Bu hadisin birinci (zahir) manası şudur: Hayvanlar âleminde de bilhassa güçlülerin zayıfları ezmesi şeklinde şefkatten sapmalar ve zulümler olabilmektedir. Gerçi hayvanlarda insandaki gibi kuvvetli bir irade ve cennet ve cehennemi netice verecek bir teklif (mükellefiyet) yoktur. Ancak o âlemde de adalet lazımdır ve haddini aşarak ya da kudretini tecavüzde kullanarak zulmeden -ve cezasını mesela yavrusunu avcıya kurban vererek bu dünyada çekmiş olmayan- hayvan da hesabını haşirde kendisine uygun biçimde verecektir.

Ama bu hadisin asıl manası; insanların kuvvetlilerinin, zayıflarına karşı bu kuvveti kötüye kullanıp kullanmadıkları hususunda Allah’a hesap verecek olmasıdır. Amir memuruna, işveren işçisine, ev sahibi kiracısına, erkekler kadınlara vb. karşı haksız güç kullanmışsa hesap verecektir.

Bu hesap aile içi ilişkiler için de geçerlidir: Ana babaya göre çocuk zayıftır ve haşirde ana babaya hesap soracaktır. Kocaya göre karı zayıftır ve haşirde o da hesap soracaktır. Ahirete inanan hesaptan korkar ve ailede ve cemiyette kuvvetini zulümde kullanmaktan kaçınır.

O halde bu konu imanın kuvveti ile ilgilidir. Zaten iman ile hürriyet arasında önemli bir ilişki vardır. Kuvvetli imana sahip olan ne başkalarına zulmeder ve ne de başkalarının zulmüne boyun eğer.

5.Sağlıklı Evlilik ve Boşanma İhtiyacı

5.1. Aile Birliğinin Bozulması: Boşanma

Boşanmak haktır ancak hakiki sebepleri sınırlıdır. Bediüzzaman’ın basit bahanelerle yuvaların yıkılması hakkında söylediği, “Şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz!”[9] sözleri önemlidir.

Kadının sadakatsizliğinin en önemli neticesi erkeğin boşanma hakkıdır. Aynı hakkın kadına da verilmesi elbette gereklidir ancak hangi davranışın sadakatsizlik sayılacağı konusunda kadın ve erkek eşit değildir. Zira yukarıda 3.1 nolu başlıkta da açıklandığı üzere kadın fıtraten kocasının inhisarındadır ama kendisi kocasını fıtraten inhisar altına alamaz.[10]

Boşanmanın diğer meşru sebepleri konusundaki hukuki sınırlar üzerinde çalışılmalıdır.

5.2. Boşanmayı Azaltıcı Tedbirler

Evlilikte ortak amaç elbette kalbe karşı kalp bulmak ve neslin sağlıklı devamıdır. Hem eşler arasında ve hem de altsoy ve üstsoy arasında mütekabil hürmet ve muhabbet ailenin ana değeridir.

Ancak aile sadece iki papatyanın ya da iki menekşenin bir araya gelmesi değildir. Aile aynı zamanda birbirine geçen ve birbirinin eksiğini tamamlayan iki dişlinin bir araya getirilmesi ve dua ve çocukla yağlanarak işletilip maddi ve manevi ürün vermesidir.

Ailenin hürmet ve muhabbetle kurulup devam edebilmesi için öncelikle eş adaylarının bu kavramları öğrenmesi ve böyle bir aileyi hedeflemesi gereklidir. Bunun için de ana baba okulu olan aileden ve okuldan başlayarak, çocuğa, hürmet ve muhabbetin eğitimi verilmeli, eğitim müfredatında bu maksatla değişiklik ve iyileştirme yapılmalıdır. Kişisel gelişim kitaplarının bu amaca uygun alternatiflerinin geliştirilmesi devletçe ve sivil toplum kuruluşlarınca teşvik edilmelidir.

Evliliğin sağlıklı devamı ve küçük meselelerin sulhle halli için kurulmuş olan danışmanlık mekanizmaları geliştirilmelidir. Bilhassa halk eğitim merkezlerindeki ve müftülüklerdeki danışmanlık merkezlerinin aktif ve samimiyet içinde çalışması ve hizmet vermesi sağlanmalıdır.

Yeni evlenen eşlerin bir el kitabı olarak Uhuvvet Risalesini ve Şükür ve İktisat Risalelerini düzenli olarak okumalarını tavsiye etmek gerekir.

Boşanma davasının açılması aile içi sırların dışarıya saçılması sonucunu doğurmaktadır. Bu aşamadan sonra eşleri tekrar derleyip toparlayabilmek fevkalade zor olmaktadır. Boşanma öncesinde özel eğitim almış arabulucuya başvurmayı mecburi hale getirmek ve evliliğin sürmesini sağlamaları halinde arabulucuları bilhassa manevi değeri olan türden ödüller vererek teşvik etmek, gereksiz boşanmaları azaltacaktır.[11]

5.3. Boşanmanın Zalimane Sonuçları

Tek ebeveynli aile kavramı boşanmalardaki en önemli tehlikedir. Öncelikle kavramın kendisi bir zıtlık içermektedir. Ebeveyn “iki ebe/aba” demektir. Tek olunca artık ebeveyn olamaz. Bilhassa küçük çocukların da olduğu ailelerde makul olmayan sebeplerle boşanma çoğu zaman çocuğa zulümdür ve çocuğun yararına da aykırıdır. Bu sebeple çocuklu aileler için boşanma kolay olmamalıdır.

Boşanmada; düğündeki hediyelerin ve ziynet eşyasını mülkiyeti, tazminat ve nafaka gibi konular, hem güncel ihtiyaç ve anlayışlar ve hem de Kur’an’ın fıtri emirleri dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir.

Unutulmamalıdır müminler birbiriyle başka bir şey ve bilhassa düşman değildir ve ancak ve sadece kardeştir. Dolayısıyla mümin eşler önce din kardeşi ve sonra eştir. Mü’min ana baba ve çocuklar da önce din kardeşi ve sonra ana-babadır, çocuktur.

Boşanmış eşler arasında da bu din kardeşliği devam eder ve etmelidir. Eski eşlerin “uzak durması ama dargın olmaması” ve uhuvvet prensiplerine uygun yaşaması imanın da gereğidir.

Sonuç

Küresel şer şebekeleri ya da beynelmilel zındıka komiteleri, aileyi tahrip edebilmek için, özgürleştirme, bireyselleştirme gibi tatlı zehirleri kullanarak var güçleriyle çalışmaktadır. Bu konu son üç yüz senedir herkesin en önemli meselesi haline gelmiştir.

Risale-i Nur Enstitüsü, sık sık yaptığı üzere bu sene de, değişmeyen gündemi yakalamış, ailenin korunması ve güçlendirilmesi gibi önemli bir konuyu ele almıştır.

Bu konuda eğitimcilerden iktisatçılara, hukukçulardan sosyologlara kadar her alanın samimi uzmanlarının yazıp söyleyeceği çok şey vardır ve olmalıdır.

 

Kaynakça:

Battal, Ahmet, Kardeşlik Hukuku ve Akrabalar Arası Dava Hakkı, Köprü Dergisi, Sayı: 147, 2019

Battal, Ahmet, Boşanma Sebepleri – Bilimsel Araştırma Projesi Uygulama Sonuçları (Nihai Rapor), 2008,

Köprü Dergisi, https://www.koprudergisi.com/kis-2011/cinsiyetten-dogan-haklar-ve-yukumlulukler/ 18.05.24

Kur’an-ı Kerîm, https://kuran.diyanet.gov.tr/, 18.05.24

Nursi, Said, İşârat, http://www.erisale.com/#content.tr.15.293, 18.05.24

Nursi, Said, Lem’alar, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/ 18.05.24

Nursi, Said, Mektubat, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/, 18.05.24

Tirmizî, Menâkıb, https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr, 18.05.24

 

[1]       Bu konudaki yazımız için bkz. Köprü dergisi, https://www.koprudergisi.com/kis-2011/cinsiyetten-dogan-haklar-ve-yukumlulukler/

[2]       Kur’an-ı Kerim, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Furk%C3%A2n-suresi/2932/77-ayet-tefsiri

[3]       Said Nursi, Mektubat, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-birinci-mektub/250

[4]       Tirmizî, Menâkıb, 63, https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=6&SAYFA=365

[5]       Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Battal, Kardeşlik Hukuku ve Akrabalar Arası Dava Hakkı, Köprü Dergisi, 2019, 147. sayı, sayfa 61 vd.

[6]       Bkz. Said Nursi, Mektubat, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-ikinci-mektub/255

[7]       Said Nursi, İşârât, http://www.erisale.com/#content.tr.15.293

[8]       Kur’an-ı Kerîm, Nisa Suresi, 34, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/527/34-ayet-tefsiri

[9]       Said Nursi, Lem’alar, https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/yirmi-dorduncu-lem-a/204

[10]     Bu konuda bkz. 3.1 maddeli başlığa

[11]     Bkz. Ahmet Battal, Boşanma Sebepleri – Bilimsel Araştırma Projesi Uygulama Sonuçları (Nihai Rapor), 2008, s.47