Ailenin Var Olma Mücadelesi ve İşlevleri

Abdullah ADIGÜZEL, Prof. Dr., Düzce Üniversitesi

Özet

İnsanlık tarihi boyunca aile mefhumu tüm zamanların ve medeniyetlerin en önemli değeri olarak her zaman mümtaz yerini korumuştur. Tarihi süreç içerisinde aileye ilişkin çok çeşitli tanımların yapıldığını görüyoruz. Bu tanımların büyük çoğunluğu dar bir bakış açısıyla yapılmış ve dünyevi bir özellik taşımaktadır. Ailenin işlevlerini tüm boyutları ile ele alan tanımlara ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Nursi, aileyi daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirerek, insanlar için bir cennet işlevini gördüğünü, objektiflik ve evrensellik kavramlarının ailenin özünü oluşturan temel unsurlar olduğunu belirtir. Bu bağlamda ailenin çeşitli işlevler üstlendiği bilinmektedir. Aile neslin devamı işlevi ile insanlık nesline istikrar sağlamayı hedeflerken, psikolojik işlevi ile bireye bilişsel ve duyuşsal doyum sağlama, sevgi gösterme ve saygınlık kazandırma çabası içerisindedir. Aile, sosyal işlevi ile bireyin güvenliğini ve sosyalleşmesini sağlamanın yanı sıra aidiyet duygusunu geliştirme ve çevre edindirmeye çalışmaktadır.  Bireyin ilk eğitiminin ailede başlaması ailenin çocuk yetiştirme işlevinin önemini vurgulamaktadır. Küçük yaşta ailede alınan eğitim bireyin bütün yaşamı boyunca alacağı eğitimin ana çekirdeğini oluşturmaktadır. Böylece ailelerin yaşam biçimleri, alışkanlıkları, değerleri, inançları ve benzeri karakteristik özellikleri çocukların kişilik gelişimine önemli derecede etki eder.

Anahtar kelimeler: Aile, eğitim, çocuk, işlev, toplum

 

The Struggle for Family’s Existence and its Functions

Abstract

Throughout human history, the concept of family has always maintained its prominent place as the most important value of all times and civilizations. We see that many different definitions of family have been made throughout history. Most of these definitions are made from a narrow perspective and have a worldly character. It seems that there is a need for definitions that address all dimensions of family functions. Evaluating the family from a broader perspective, Nursi states that it functions as a paradise for people, and that the concepts of objectivity and universality are the basic elements that form the essence of the family. In this context, it is known that the family undertakes various functions. While the family aims to continue the human race with its function of continuing the generation, it strives to provide cognitive and emotional satisfaction, show love and respect to the individual with its psychological function. With its social function, the family not only ensures the security and socialization of the individual, but also tries to develop a sense of belonging and provide an environment. The fact that an individual’s primary education begins in the family emphasizes the importance of the family’s child-rearing function. The education received in the family at a young age constitutes the main core of the education that the individual will receive throughout his life. Thus, families; Lifestyles, habits, values, beliefs and similar characteristics have a significant impact on children’s personality development.

Keywords: Family, education, child, function, society

1. Giriş

Tarihî süreç içerisinde aile mefhumu tüm zamanların ve medeniyetlerin en önemli değeri olarak her zaman kendi mümtaz yerini korumasını bilmiştir. Sosyal dokunun temel unsuru, özü ve mayası olan aile; insanlıkla birlikte var olan bir toplumsal kurumdur. Bu kurum, çeşitli işlevler üstlenmesinin yanı sıra özelde bireye, genelde topluma ve insanlığa önemli katkılar sağlama görevini de benimsemiştir. Bu işlev ve görevlerini gerçekleştirme sürecinde ailenin yapısında, şeklinde, boyutlarında ve işlevlerinde bazı değişiklikler olsa da aile yine de kendi kutsal ve fonksiyonel yapısını korumayı başarmıştır. Böylece geniş aileler, çaplarını daraltarak çekirdek aileye dönüşürken bireyi eğitme, yönlendirme, meslek edindirme, statü ve saygınlık kazandırma gibi bilinen bazı görevlerini de okul ve benzeri diğer toplumsal kurumlara devretmiştir.[1] Ancak aile, her alanda topluma katkı ve insanlığa hizmet açısından, neslin devamı, sevgi, koruma, barınma, besleme, büyütme, yetiştirme, dinî ve ahlaki eğitim, toplumsallaştırma, kişisel gelişim ve bakım gibi temel ve hayati işlevlerini büyük bir özveriyle ve titizlikle sürdürmeye devam etmektedir. Diğer tarafta bazı görevlerini devrettiği başta okullar olmak üzere tüm kurum ve kuruluşların da doğrudan veya dolaylı olarak en esaslı paydaşı konumunda olan aile; aynı zamanda bireyin en temel dayanağı, güven ve huzur kaynağını oluşturmaktadır.

Aile mefhumunun varlığı ile kendisine çeşitli anlamlar yüklenmiş ve farklı tanımlar yapılmıştır. Aileyi, toplumsal kurumların en köklüsü olan milletin dirlik ve birliğinin yegâne sağlayıcısı bir evlilik kurumu[2] olarak tanımlayan Gökalp’a ek olarak Sezal aileyi, toplumsal örgütlenmenin ve içtimai müesseseleşmenin en esaslı birimi veya birbirine evlilik, kan bağı ve evlat edinme yoluyla bağlı olan insanlar topluluğu[3] olarak tanımlamışlardır. Literatür incelendiğinde aileye ilişkin yapılmış binlerce tanımın hep aynı tür ve fonksiyonel yapı üzerine olduğu görünmektedir. Aile tanımına ilişkin bu kısır döngüye karşı Nursi, aile kavramına daha geniş, ayrıntılı ve farklı bir açıdan bakmış, sadece Müslümanlar için değil aynı zamanda tüm insanlar için aile kurumunun gerekliliğine, önemine ve farklı işlevlerine dikkat çekmiştir.  Ona göre aile, “maddî ve manevî lezzetlere medar bir mekân” ve “İnsanın, hususan Müslüman’ın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası”[4] şeklindeki tanımıyla aileyi sadece biçimsel olarak değil, vicdanın ziyası ve aklın nuru anlayışı ile insanın duyuşsal ve bilişsel boyutlarıyla ilişkilendirerek dünyevi ve uhrevi anlamda daha kapsamlı bir şekilde tanımlayarak evrensel bir özellik kazandırmış ve aslında ailenin görünen ve bilinenden çok daha önemli olduğu gerçeğini ispatlamıştır. Bu tanımı yorumlayan bazı yazarlara göre Nursi, ailenin insanlar için mutluluk merkezi bir cennet işlevini gördüğünü, objektiflik ve evrensellik kavramlarının ailenin özünü oluşturan temel unsurlar olduğunu ve ailenin bu unsurlarının sadece belli bir kesime, dine veya topluluğa ait olmadığını insan soyuna ait olduğunu belirtmiştir. Ona göre bu öz, aile saadetinin de temel iksiridir. Bu özün kaybolmasının aile mutluluğunun ve dolayısıyla insanlık mutluluğunun kaybolması anlamına geldiği vurgulanmaktadır.[5]

Aileyi daha kapsamlı, ayrıntılı ve gerçek anlamda anlamamıza ve daha evrensel ve geniş açıdan değerlendirmemize imkân sağlayan Nursi’nin tanımlarından hareketle ailenin varoluş gayesinin insanlığın devamlılığı ve saadeti için temel koşul olduğunu görmek mümkündür. Ancak Nursi yaradılış gayesinin sadece dünya hayatı ve menfaati ile sınırlı olmadığını, bu nedenle ailenin görev ve işlevlerinin ebedi hayatı da kapsayacak şekilde zülcenaheyn bir özellik taşıdığını “Aile, ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberliktir.”[6]  sözleriyle açıklamaktadır. Ona göre, “Kadın ve erkek arasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.”[7] Bu görüş, ailenin varlığının dünyevi ve uhrevi kutsiyetine ve devamlılığına olan inancımızı ve ihtiyacımızı güçlendirmekte ve aile fertlerinin bireysel olarak kendini bilmesinin önemini vurgulamaktadır. Bu anlamda Hacı Bektaş Veli’nin, “Sen seni bilirsen yüzün Hüdâ’dır sen seni bilmezsen, hak senden cüdadır.” sözü manidardır. Çünkü ailede eğitim yaygın olarak insanın kendisini bilmesiyle başlayan bir biçimlendirme ve olgunlaştırma eylemi olarak anlam kazanır. Eğitim; bireyin kendisini tanımasıyla başlar, dünyayı, kâinatı anlamaya ve sonrasına uzanan bir bilinçlenme ve aydınlanma süreci olarak devam eder. Bu sürecin bir ucunda dünyayı anlama ve hakkıyla yaşama, diğer ucunda sonsuz yaşama arzumuzu karşılayan ahiret âlemi vardır.  Bu iki uç arasında aile muhabbet, şefkat, merhamet ve güven duygularına kaynaklık etmenin yanı sıra akla ve aklın doğru kullanım yollarına da kapı açar. Bu bağlamda ailenin dünyevi ve uhrevi boyutu, vicdan ve akıl boyutu, aile fertlerinin birbirlerine olan muhabbet boyutu ve fedakârlıkta sınır boyutu bileşenlerinin doğru anlaşılması önem arz etmekle birlikte bu çalışmanın da ana temalarını oluşturmaktadır.

2. Ailenin Fonksiyonel Yapısı ve İşlevleri

Bilim insanlarının uğraşı alanları, ailenin yapısını ve işlevlerini tanımlama ve anlamlandırma konusunda önemli belirleyici olmuştur. Böylece alan uzmanları kendi çalışma alanlarına göre aileyi farklı biçimlerde sınıflandırmış ve çeşitli şekillerde tanımlamışlardır. Sosyologlar, psikologlar, eğitimciler, fizyologlar, ekonomistler, hukukçular, siyasetçiler ve daha niceleri ailenin tanımına ve işlevlerine kendi mesleki anlayışları çerçevesinde anlam yüklemişlerdir.  Sosyologlar, toplumsal bir kurum ve sosyal işlevleri açısından aileyi incelerken en küçük sosyal bir topluluk olarak tanımlamışlardır. Psikologlar, ailenin bireyi geliştirme ve gerçekleştirme yönü üzerinde dururken eğitimciler, aileyi ilk ve en esaslı mektep olarak görmüşlerdir. Ekonomistler, aileyi ekonomiye katkısı açısından değerlendirirken, hukukçular bireye ilk kuralların aileler tarafından öğretildiği düşüncesindedirler. Geçmişte, halihazırda ve gelecekte, maddi ve manevi insan hayatının her alanına farklı düzeylerde etki eden ve sonrasına uzanarak ahiret hayatına bireyi hazırlayan ve bu bağlamda insanlığa hizmet sunan aile kurumunun üstlenmiş olduğu dünyevi ve uhrevi çok çeşitli işlevleri olduğu bilinmektedir.

2.1. Neslin Devamı ve Aile

İnsanoğlu kendi neslini devam ettirme, istikrarı sağlama ve onurunu koruma mecburiyeti ve arzusundadır. Özgüven’e göre insanlığın bu arzusu, ailenin “çocuk sahibi olmak, yetiştirmek ve neslini devam ettirmek”[8] gibi işlevsel yapısı ile karşılanmaktadır. Ailenin bu işlevi Kur’anî ahlak ve Kur’anî mahremiyet ilkeleri çerçevesinde incelenmektedir. Mahremiyet tercihi ahlaki bir anlayışın sonucudur. Bu bağlamda özellikle mahremiyet konusu hedef alınmış ve hakkında farklı yaklaşımlar ve tanımlar yapılmıştır. Alan otoritelerinin büyük çoğunluğu mahremiyeti, bireysel hak ve özgürlüklerin temeli olarak görürken bir kısmı da mahremiyeti bireysel özgürlüklerin önünde engel olarak görmüşlerdir. Mahremiyeti özgürlük olarak gören anlayış, aile kavramının kutsiyetini ve insanlığın haysiyetini ön plana çıkararak insanlığın geleceğini ailenin varlığına bağlamışlardır. Çünkü özgürlük, insanın güven ve saadetinin temeli ve garantörü olarak görülmektedir. Birey, bulunduğu ortamda kendini huzurlu ve güvende hissediyorsa orada özgürlük var demektir. Mahremiyeti özgürlüğe engel olarak görenler ise ailenin varlığını gereksiz olarak görmekte, ailesiz toplumları teşvik etmektedirler. Bu da insanlığın geleceği ve onuru açısından kaygı vericidir. Kaygı, korku ve endişe özgürlüğün bileşenleri değil aksine esaret ve taassubun göstergeleri olduğu bilinmektedir.  Bu tehlikeyi sezen Nursi, ailenin varlığını ve istikrarlı devamındaki zaruriyetini “Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.”[9] sözleri ile dikkat çekmiştir. İnsanlık onurunu devam ettirecek bir aile kurmak ve bu aileyi devam ettirmek topluma sağlıklı ve güçlü bireyler yetiştirmek açısından önemlidir. Bu bağlamda daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyete uygun ahlaki olgunluğa sahip güçlü bireyler ve istikrarlı bir nesil insanlığın geleceğinin belirlenmesi ve biçimlenmesini sağlayan temel belirleyicidir.

Nursi, “Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki kesret-i tenasüle taraftar olmasın.” iddiasını Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’ın “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”[10] hadisi ile desteklemektedir. Böylece aileye yüklenen en önemli işlevlerden biri insan neslinin devamı için çocuk sahibi olmak ve onu fıtrat üzerine yetiştirmektir. Aile, bu işlevini en iyi evlilik yolu gerçekleştirebilmektedir. Ailesiz toplum ve evlilik dışı çoğalmayı öngören, ahlaken uygun görülmeyen ve dünya genelinde kabul görmeyen az sayıdaki görüşün dışında neslin devamının ve insanlık onurunun ancak aile müessesesi ile gerçekleşebileceği ve korunabileceği anlayışı tüm dünya ilimleri ve tüm semavi dinlerce kabul görmektedir.  Bu nedenle aile, toplumda nüfusun kaynağını oluşturması, kuşakların sürekliliğini ve neslin devamını sağlaması acısından temel sosyal bir kurum[11] olarak görev yapmaktadır. Nursi, “Âile hâyatı, kadın-erkek mabeyninde mutekabil hürmet ve muhabbetle devam eder.”[12] söylemiyle evliliğin ve aile hayatında devamlılığın ölçülerini de ortaya koymuştur. Topyekûn insanlığın devamlılığı önemsendiği gibi, dinlerin, mezheplerin, görüşlerin, mesleklerin ve meşreplerin devamlılığı da savunucuları tarafından arzulanmaktadır. Bu arzu beka duygusundan kaynaklanan ebedi yaşama isteğidir. Ebedî yaşama isteğinin bu dünyada karşılanmasının mümkün olmaması, ahiretin varlığına büyük bir delildir. Bu bağlamda Nursi’nin aile saadeti tanımlamalarının bu dünyanın ötesine taşması ve bu tanımların ahireti de kapsama özelliğine sahip olması manidardır. Aile, neslin devamını sağlayarak kendi varlığını, toplumun varlığını ve insanlığın varlığını koruyup, insanları dünyevi ve uhrevi hayata hazırlayan etkin ve mucizevi bir kurumdur.

2.2. Duygusal Doyum ve Aile

Aileler, çocuklarının fiziksel olarak büyüme ve biyolojik gelişmelerine olanak sağladıkları gibi onların ruh sağlığı ile de ciddi alakadardırlar. Onları kendinden emin, özgüveni yüksek, kendini tanıyan, dürüst, inançlı, hoşgörülü olmaya ek olarak yeteneklerinin farkında olan becerikli bireyler olarak da yetişmelerini sağlamaya çalışır. Bu yönüyle aile, müthiş bir moral ve güven kaynağı olmanın yanı sıra duygusal sığınak olarak da bireyi bağrına basan mükemmel bir terapi merkezidir. Aile, üyelerini güçlü bağlarla birbirine bağlayarak onların en temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşılar. Bununla birlikte çocuğun, üzülme, ağlama, öfkelenme, sevinme, oynama, şımarma, nazlanma, sığınma, sevgi, saygı gibi duyuşsal ihtiyaçları da vardır. Çocuğun bu duygusal ihtiyaçlarını en iyi karşılayan ailedir ve ailede de anne şefkatidir. Aile, çocuğun sosyal ve psikolojik ihtiyaçları için sıcak bir yuva oluşturur ve çocuğu insanlığa yararlı bir birey olarak yetiştirmeye çalışır. Çocuğu fiziksel ve sosyal çevrenin olumsuz etkilerinden koruyan, ona yaşanabilir bir sevgi ortamı ve sıcak bir yuva oluşturan aile çocuğa moral değerleri de aşılar.[13] Moral değerler açısından ailenin çocuğuna vereceği dini ve vicdani eğitimin önemini daha iyi anlayabiliriz.  Vicdani bir eğitim dinî ilimleri gerektirir. Çünkü insanoğlu ebede meftun olduğu için arzuları ebede kadar uzanmaktadır. Dünyada mutlu olmak istediği gibi ebedi saadeti de arzular. Onun için bireyin ebedi yaşama isteğine ilişkin duygularının tatmin edilmesi gerekmektedir. Ebed için yaratılan insanı dünya nimetleri tatmin etmez. İnsanoğlunun bu özelliğini bilen Nursi, “Eğer âhirete iman o haneye girse, birden ışıklandıracak. Aralarındaki münasebet ve şefkat ve karâbet ve muhabbet, kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette, saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir.”[14]  İnsanı bir bütün ve çok yönlü olarak ele alan bu tanımda ailenin dünyevi ve uhrevi özellikleri ele alınmış ve hakiki insaniyet saadetinin bu tür zülcenaheyn özellik taşıyan ailelerde inkişaf edeceği vurgulanmıştır.

Ailede anne, baba ve çocuklar bir vücudun temel azaları gibi sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayışla birbirlerine bağlanırlar. Aile de bir vücuttur ve san’at-ı Rabbâniyenin intizamına, nizamına ve insicamına delildir. Temel parçaları kadın ve erkek olan bu vücut (aile), samimî hürmeti, sevgiyi, şefkati, sadakati içinde barındıran küçük ama geniş bir şahs-ı maneviyi temsil eder.[15] Sevgi insan hayatında yaşamsal bir koşul olarak tanımlanır, saygınlık ise insan onuru ile ilgilidir. Birey, insan olmak itibariyle saygındır ve hayatın ruhsal ikamesi için sevgiye ihtiyaç duyar. Eşref-i mahlûkat olan insanın yaratılış gayesi bunu gerektirir. Aile içerisinde bireye gösterilen sevgi ve değer algıları bireyin toplum içindeki saygınlığını da belirler. Bu bağlamda aile büyüklerine özellikle annelere büyük görevler düşmektedir. Nursi, annelerin aile içindeki bu özelliklerini şöyle tanımlamaktadır. “Hatta halis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum validelerde derç edilmiştir. Valideler o sırr-ı şefkat ile evlatlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve talep etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir.”[16] Bu gerçeği teyit eden J.J. Rousseau’nun çocuğun ilk eğitim yerinin aile ve ilk görevin de kadında olduğunu belirtmesi manidardır.

Dünyada şefkatin en yoğun olarak yaşandığı alan ebeveynlerin hususan annenin evlatlarına gösterdiği şefkattir. Şefkat, insanları her yönüyle olduğu gibi kabul etme, her canlıya hoşgörü ile bakma, onları koruma ve merhamet duygusuyla yaklaşma olarak ifade edilebilir. Şefkat; empati yoluyla aile bireylerine, topluma ve tüm insanlara, hatta tüm canlı cansız varlıklara kadar yayılarak evrensel bir özellik kazanır. Ancak aile içerisinde anne ve babaların evlatlarına karşı olan sevgi, şefkat ve fedakârlığının dengeli ve uygun ölçüde olması gerekir. Allah’ın şefkatinden daha büyük bir şefkat yoktur. Bu durumu Binbaşıoğlu şöyle açıklıyor.  Her şeyin ifratı gibi tefriti de zararlıdır. İlaç, ölçülü içilirse şifa verir, çok fazla kaçırılırsa zehirler. Çocuğu aşırı sevgiye boğmamak gerekir.[17] Aşırı sevgi ile yetişen çocuk bağımlı, edilgen, her türlü sorununu anne ve babasına bırakan kendi ayağının üstüne duramayan güvensiz çocuktur.[18] Sevgi ve şefkatte denge sağlanabilirse aile sıcak bir yuvaya ve sevgi yumağına dönüşebilir. Böyle ortamlarda yetişen çocukların öz saygıları ve kendilerine güvenleri yüksektir. Öz saygı, aile sevgisi ve iyi bir eğitimle desteklenerek yetişen çocuk, kendisinin değerli olduğuna inanır; çevresiyle barışık, öğrenme, sevme, keşfetme ve bulma yeteneği gelişmiş, başarılı ve mutlu bir kişiliğe sahiptir. Böylece aile bireye doğuştan bir statü sağladığı gibi yaşam süreci içinde de üyelerine statü ve saygınlık kazandırır. Ailenin sosyal ve kültürel yapısı, ekonomik ve eğitim durumu, üyesi olan bireyin toplumsal statüsünün doğal bir etkileyicisidir.

2.3. Güven Duygusu, Sosyalleşme ve Aile

Aile, içinde bulunduğu sosyal çevrenin temelini oluşturarak toplumsal yapının en esaslı işlevlerini üstlenmiştir. Birey, toplum içinde bir statü ve role sahip olmasına rağmen gerçek kişiliğini ancak diğer bireylerle sosyal ilişkiler kurarak oluşturabilir.[19] Aile, içinde yaşanılan topluluktan devlete kadar uzanan kurumlar zinciri içinde, tüm kurumların daha güçlü ve sağlıklı olmasını sağlayan en önemli ve temel birimdir.

Nursi, ailenin bu özelliğinin fıtri olduğunu belirterek toplumsal yapı olarak ailenin işlevini şöyle açıklar: Aile, fıtrata dayalı bir iş birliğidir. Fıtrata dayalı iş birliğinde kadın ve erkek birbirini teyit eder, birbirini tekmil eder, birbiriyle ittihad eder, birbirine kuvvet verir, kadını ve erkeği gereksiz yüklerden ve sorumlulardan kurtarır, kadın ve erkekteki noksaniyetler tekmil edilir. Bu yönüyle “aile; terbiye edendir, hayra sevk edendir, mezkûr hakikatlere mazhar olmaya vesile edendir, tesirli bir muallimdir, fıtrî bir hizmettir.”[20] Bu bağlamda aile bireylerinin birbirlerine güç ve moral kaynağı olduğu, toplumsal görev ve sorumluluklar konusunda bilinçlenme, iş bölümü ve paylaşma, yardımlaşma ve duygudaşlık gibi en önemli toplumsal olgulara ailenin kaynaklık ettiği görülmektedir.

Kan bağı her ne kadar ailede önemli bir faktör olarak görülse de inanç birliğinin de çok önemli bir bağ olduğu görüşü yaygındır. Freyer, aile üyelerini birbirine bağlayan bağın, kan bağından çok kutsal temellere dayanan inanç birliği olduğunu söyler. Yani geniş bir aile grubuna mal olan inanç ve ibadet birliği, kan bağı ve birlikte yaşamanın ortaya çıkardığı öteki bağlardan daha kuvvetli bir dayanışma meydana getirebilir. Çünkü kutsal bir unsur, onları birleştirirken aynı zamanda bu birlikteliğe kutsallık da kazandırmaktadır.[21] Bu ifade özellikle geniş ailelerde kutsal temellerin ve inanç bağının önemini vurgulamaktadır. İslam toplumunun da cihan şümul bir aile olduğu gerçeğini Hucurat Suresi 10 ve 13. ayetlerinde geçen “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.” ve “Bütün mü’minler kardeştir.” ayetlerinden öğreniyoruz. Burada inanç, ülkü ve amaç birliğine dayalı aile mefhumunda bireyde aidiyet duygusu, empati kurma becerisi, görev ve sorumlulukların bilincine varma gibi daha kapsamlı özellikler gelişebilir. Çünkü birey; toplumsal yaşamın kurallarını, ilkelerini, alışkanlıklarını, paylaşma ve iş bölümünü, görev ve sorumluluklarını, inançlarını, ibadet biçimlerini ve diğer yaşamsal fonksiyonlarını içinde bulunduğu ailede öğrenerek toplumda yaşantıya dönüştürmektedir.

Bir çocuk; korumasız, aciz her şeye muhtaç bir halde dünyaya gelir. Onun en temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayan, en aciz olduğu anda besleyip, büyüten, barınak sağlayan, giydiren, yetiştiren ailesidir. Dış cevreden gelen maddi ve manevi her türlü zararlı etkilerden onu koruyan, ona yaşanabilir bir ortam hazırlayan yine ailesidir.[22] Aile kendi üyelerini özellikle çocukları fiziki koşullara ve tehlikelere karşı ciddi şekilde mahfaza ettiği gibi sevgi, şefkat, cesaret, sabır, hoşgörü ve benzeri duygularla donatarak daha donanımlı ve sağlıklı olarak büyümelerine yardımcı olur. Nursi, ailenin korumacılık özelliğinin sadece insanlarda olmadığını, hayvanlar âleminde de bu özelliğin olduğunu belirtir. Zayıf ve nazenin yavrulara bakın. Cenab-ı Allah tarafından annelere verilen şefkatten dolayı anneler hassasiyetle bebeğini besler, üzerine kol kanat gerer.[23] Ailenin husussan annenin şefkat kahramanı olması ve şefkatini çocuklarını büyütmede fedakârane kullanması ve onları geleceğe ve ahirete hazırlaması manidardır. Bireyin ruhen, zihnen ve bedenen bir bütün olarak korumaya alınıp huzurlu bir toplumun oluşturulması ancak İslami terbiye ile bezenmiş ailelerde mümkün olabilir.

Nursi, ailenin güvenliği sağlama işlevini sadece bireyi fiziki olarak koruma altına almak değil, sevgi ve şefkatle aklını, ruhunu ve diğer zihinsel ve duygusal özelliklerini de korumaya çalışmak olarak tanımlamaktadır. Nitekim, “Nev-i beşerin hâyat-ı dünyevîyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce bir tahassungâh ise, âile hâyatıdır. Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve âile hâyatının hâyatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarâne hürmet ve hakîkî ve şefkatli ve fedakârâne merhamet ile olabilir.”[24]  Aile yüz yüze, samimi ve birincil ilişkilerle bireyler arasında sevgiyi artırır, nefreti azaltır, gerilimi yumuşatır, dayanışma ortamı oluşturur. Aile üyelerinin birbirini kollamalarını, karşılıklı sevgi ortamı oluşturarak huzurlu ve güvenli yaşamalarını sağlar. Sürekli kavgaların, ağız dalaşlarının ve tartışmaların yaşandığı bir aile ortamında bedensel ve ruhsal yönden sağlıklı ve güvenli bireyler yetiştirmek mümkün değildir. Huzursuzluğun hâkim olduğu bir ailede birey büyük bir endişe, kaygı, korku ve tedirginlik içinde büyür. Güvensiz birey, beka sorunları olan güvensiz toplumların oluşmasına neden olur.

Bireyin sosyalleşmesi süreci doğuştan itibaren içinde yaşadığı toplumun üyeliğini kazanmasında geçirdiği safhaların tümüne verilen genel addır.[25] Uzun soluklu olan bu süreç, bireyi topluma kazandırma ve topluma uyum sağlama işlevi olarak tanımlanır ve ancak eğitimle gerçekleşebilir. Sosyalleşme ve sosyal uyuma ilişkin yapılan çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin sosyal becerilerinin kazanılması açısından son derece önemli olduğunu göstermiştir. Anne, baba ve ailenin diğer bireylerinin çocukla olan etkileşimi, çocuğun aile içindeki konumunu belirlemektedir. Çocuğa yöneltilen davranış formları ve ona karşı takınılan tavırlar, ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşımaktadır. Çevrenin kişiliğin şekillenmesinde önemli etkisi olduğunu savunan Gazali’ye göre bilgi, beceri ve kişilik kazanmada çevrenin rolü büyüktür. Çocuk önce farkında olmadan çevresindekileri gözler sonra taklit eder, zamanla bu davranışlar alışkanlık haline gelir; böylece bilgi dağarcığı ve kişiliği şekillenir. Gazali, “İnsan bulunduğu kabın şeklini alan sıvı gibidir.” benzetmesiyle kişiliğin oluşmasında çevrenin önemine dikkat çeker. Çocuk, sosyal hayata uyum sağlayacak davranışları küçük yaşlarda aile içinde öğrenir ve bu öğrenmeler kolay sökülüp atılamayacak kadar derin ve izlidir.

Nursi, aile içinde sağlıklı bir sosyalleşme süreci için ailenin özelliklerini şöyle açıklar “(…) Memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.”[26] Toplumun kabul göreceği bir sosyalleşme ve istendik toplumsal davranışlar edinmede aileye önemli görevler düşmektedir. Bu nedenle ailenin bu özellikteki bir bireyi yetiştirebilmesi için fazilet sahibi olması gerekir.

İnsanların en önemli yaşamsal ihtiyaçlarından birisi de herhangi bir aileye, gruba veya topluma mensup olma ya da aidiyet duygusunu tatmin etmedir. Özellikle aşırı bireyselleşmenin yaşandığı günümüz dünyasında bu duyguya daha fazla ihtiyaç duyulmakla birlikte en güzel yaşandığı ve doyurulduğu yer de şüphesiz aile ortamıdır. Birey, bir aile ortamında dünyaya gelir ve aile fertleri, akraba, eş, dosttan oluşan bir çevreyi hazır bulur. Aile, birey yaşamının en donanımlı çevresi olmasıyla birlikte yeni ilişkilerle bireyin çevresini genişletir. Aile içindeki saygı, sevgi, aile fertlerinin birbirlerine sadakati, iş bölümü, görev ve sorumluluklar gibi özelliklerin oluşması güvenli ve itibarlı çevre anlayışını güçlendirir.  Çevre edinme ve çevrenin genişletilmesi bağlamında Nursi’nin şu sözü manidardır. “İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misillü dünya ile alâkadardır ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev’-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebettardır.”[27] Çevre edinme ve genişletme seyri toplumsal bazda aileden topluma, insan bazında ise akrabadan insanlığa doğru bir eğilim gösterir. Ailede üyeler arasında empatik bir anlayışla paylaşma ve karşılıklı ve bedelsiz fedakârlık gerçekleşir ve çevreye uyum sağlanır.[28] Aile, bireylerine diğer insanlara karşı fedakâr olmasını, diğerkâm olmasını, başkaları ile paylaşmayı bilmesini, böylece bir sosyal düzen içinde ancak varlığını devam ettirebileceğini öğretir.[29]

3. Ailenin Eğitsel İşlevi ve Çocuğu Geliştirme

İnsanın duyuşsal, bilişsel, psikomotor ve sosyal anlamda bir bütün olarak eğitildiği ilk yer ailedir. Aile ortamının hoşgörü, sevgi ve anlayışa dayalı demokratik bir ortam olması, aile bireylerinin birbirleriyle gerçekçi ve doğru bir iletişim biçimine sahip olması, amaçlanan profilde bireylerin yetişmesi açısından önemlidir. Çünkü birey içinde bulunduğu ailenin davranış formlarına, alışkanlıklarına, yaşam biçimine, inanç ve kültürüne göre kişiliğini ve karakteristik özelliğini şekillendirir. Aile, en temel birimi ve üyesi olduğu toplumun ihtiyaçlarını karşıladığı gibi kendi üyesi olan bireylerin de temel ihtiyaçlarını özellikle eğitim ihtiyacını karşılamaya çalışır. Bireyin hayatına dair uhrevi ve dünyevi her türlü eğitimi ailede başlar ve eğitimin temeli ailede atılır. Çocuk ailede aldığı eğitim ve telkinlerle hayata hazırlanır ve mesleğe yönlendirilir.[30] Çocuğun eğitiminde ve yetişmesinde aile içi huzur, karşılıklı anlayış, sevgi, saygı ve güven ortamı çok önemlidir. Ancak aile kavramı, çocuk ve yetişkinler için farklı anlamlar taşımasına rağmen bireyin sonraki yaşantısı üzerinde etkili olacak çok sayıda belirleyici öğeyi içerir. Çocuk, ailedeki yetişkinleri izleme ve taklit etme eğiliminde iken ailedeki genç bireyler daha farklı arayışlar ve davranış formları içine girebilirler. Onun için ailedeki yetişkinlerin çocuklar için rol model olması ve gençlerin sorularına inandırıcı ve tatmin edici cevaplar vermesi gerekir. Genç; kendi sorunlarının çözümünü, sorularının cevabını dışarda arama gereksinimi içinde olmamalıdır.  Çocuğun gelişim dönemi ve yaşı ona karşı uygulanacak eğitim anlayışını, iletişim biçimini ve davranış formlarını belirler. Çocuğun ferdî özellikleri ve bireysel farklılıkları da aynı şekilde farklı yöntemlerle eğitilmesi gereğini ortaya koyar.

Çocuğu eğitmenin en istikrarlı yolu ona önce güven ortamı sağlamaktan geçer. Kendini güven içinde hissetme nasıl ki eğiticinin sevgisini kazanmakla gerçekleşiyorsa, güven içinde bulunan birey de başkalarını sevme davranışını gösterir. Birbirine karşılıklı sevgi ve güven duyan bireylerin oluşturduğu en etkin topluluk hiç şüphe yok ki ailedir. O halde çocuğu eğitmek için en güvenli yer sağlıklı ve istikrarlı aile ortamıdır. Bu ortam, bireyin sağlıklı ve dengeli bir kişilik geliştirmesine katkı sağlar. Nursi, “Dünyevî saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır.”[31] söylemiyle birey güvenliği ve mutluluğu için ailenin ne kadar önemli olduğunu açıklar. Bu bağlamda ailenin bireyin küçük bir dünyası ve cenneti olması aile fertlerinin maddi, manevi, dünyevi ve uhrevi boyutlarda doyum sağladıklarını ve mutlu olduklarını göstermektedir.

Nursi, ailenin çocuğa karşı eğitsel işlevine daha geniş ve kapsamlı bir perspektifte bakarak sadece dünyevi hayatla sınırlı tutmamış, ahiret hayatını da kapsayacak şekilde zülcenaheyn bir özellik kazandırmıştır. Bu özelliğin önemini “Evet, bu hakiki ihlas ile hakiki bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati su-i istimal edilip, masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan ahiretini düşünmeyerek, muvakkat fani şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati su-i istimal etmektir.”[32] sözüyle sadece dünyevi amaçlı aile telkinlerinin çocuğun eğitiminde yetersiz ve eksik olduğunu vurgulamaktadır. Aynı şekilde bir validenin fıtri şefkatini çocuğunun sadece dünyevi menfaati için kullanması şefkat duyusunun kutsiyetine zıttır ve şefkatin kötüye kullanıldığı anlamına gelmektedir. Bu yanlışın ve eksikliğin ne denli önemli olduğunu ve validenin yanlış dünyevi fedakârlığını Nursi şöyle ifade ediyor: “Çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum Paşa olsun, diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir.” Aile eğitiminin çocuğun yalnızca dünyevi cihetini oluşturan fennî ilimleri değil, uhrevi cihetini oluşturan dinî ilimleri de kapsaması gerektiğini vurgulayan Nursi aksi durumda “Bu dağdağalı, kararsız hayat-ı dünyeviyede, o mes’ut zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder.”[33] diyerek eğitimin çocuk için iki dünya saadetine medar olmasının hem anne baba hem de çocuk için önemini açıklar.

Aile içinde fedakârlık, şefkat ve merhametin varlığı, Rabbimizin “Rahmân” isminin tecellisidir. Merhamet, sadece acıma ve koruma hissi değil; çocuğumuza değer vererek onu anlamaya çalışma niyet ve gayretidir. Çünkü merhamet, aile fertlerinin birbirlerine ihsanla, insafla, iyilikle, güzellikle ve şefkatle muamele etme eylemidir. Ailede şefkat ve fedakârlığın varlığı sevginin önemli bir göstergesidir. Aile, bireyleri birbirlerini seviyorlarsa birbirlerine karşı hoşgörülü ve anlayışlı iseler sevginin terazisi kurulmuş demektir. Sevginin olmadığı bir ailede fedakarlıktan söz etmek çoğu zaman mümkün olmaz. Aile fertleri, birbirlerini sevdikleri için kendi rahatından, zevkinden, eğlencesinden ve benzeri istendik durumlarından fedakârlık edebilirler. Ancak aşırı fedakârlık durumu, aşırı derecede yardım etme isteği bazen önüne geçilmez olumsuz durumlara yol açabilir. Bu aile fertleri arasında olsa da hatta anne veya babanın evladına karşı veya evladın anne ve babasına karşı olsa da aynıdır. Kişinin git gide kendi öz saygısını yitirmesine, mutsuz olmasına, kendisini tükenmiş hissetmesine, sınırlarını netleştirmekte zorlanmasına neden olabilir. Oysa dünyaya geliş gayemiz sadece kulluktur. Hiçbir fedakârlık Allah’a kul olma vazifemizin önüne geçemez. Çünkü önce kuluz, sonra anne, baba ve evladız. Yani şefkat ve fedakârlığımızın inanç prensiplerine uygun ve kulluk dairesinde meşruiyet kazanmış olması gerekir.

Günümüz demokratik toplumlarında -özellikle eğitimli ailelerde- bireye verilen değer artmıştır. Aile, çocuğun doğal ve toplumsal çevresini tanıyıp, yararlanmasını ve kendini yetiştirmesini sağlar. Aile, verdiği temel eğitimle çocuğun kendisini, zihinsel, bedensel ve duygusal yönlerden geliştirmesine öncülük eder. Bireyin yeteneklerine, ilgilerine, ihtiyaçlarına ve benzeri bireysel özelliklerine uygun eğitsel ortamlar hazırlar, bireye bilgi, beceri, tutum ve değerleri kazandırır. Birey ailede aldığı eğitimle topluma faydalı olur, mesleğe yönlendirilir, statü kazanır, gelir elde eder ve kendini gerçekleştirir. Aynı şekilde çocuğun ahlâken olgunlaşma süreci de yine ailede başlar. Bu bağlamda çocuğun ailedeki eğitim sürecinde ebeveynler, eğitimin ve çocuğun doğasına uygun olarak farklı görevler üstlenirler. Nursi “Ben şefkat dersini çocukluğumda annemden aldım. Hikmet, intizam ve nizam dersini de rahmetli babam Mirza’dan aldım.”[34] diyerek çocuğun eğitiminde anne ve babanın görev ve sorumluluklarının niteliğini ve önemini açıklar. Nursi’nin ifade ettiği gibi çocuk şefkat ve vicdan dersini anneden, hikmet, nizam ve mantık dersini babadan alır. Sosyalleşmeyi, paylaşmayı, iş bölümü, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyi de ailenin diğer fertlerinden ve kardeşlerinden öğrenir.

Bir eğitim anlayışı bireyleri, maddi ve manevi yönleriyle ele almıyorsa eksik olur ve insanın doğasına uygun olmaz. Böyle bir eğitim, aile ve toplumun maddi ve manevi gelişimini, saadet ve muhabbetini, şefkat ve merhametini temin edemez. Nitekim insan, akıl ve kalp boyutunda eğitilmelidir diyen Nursi toplumun bekası için insanın bir bütün olarak eğitilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Aklın fen ve teknoloji bilimlerinin gelişimine, kalbin ise vicdan ve inanç gibi özelliklerin gelişimine öncülük ettiği dikkate alındığında aklın ve kalbin dengeli olarak birlikte eğitilmesi ve kullanılması zarureti ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda bilişsel ve duyuşsal özelliklerimizi bir kuşun iki kanadı gibi düşünebiliriz. Kanatların birinde bir zaaf veya arıza olduğunda kuş uçamaz. İnsan için de aynı şey geçerlidir. İnsan bilişsel, duyuşsal ve psikomotor boyutlarında dengeli ve bir bütün olarak eğitilmelidir. Yüksek erdemli, insan hak ve özgürlüklerine, inançlara ve tercihlere saygılı, demokratik davranış ve söylemlere sahip, eleştirel ve analitik düşünebilen, hak, hukuk ve adalet duyguları gelişmiş, doğru ve yerinde karar alabilen insanı yetiştirmek; bütüncül bir aile eğitimini gerektirir. Bu bütüncül eğitimin içinde aklı terbiye etmeyi öngören zihinsel zekâ da vardır, kalp ve vicdanı terbiye etmeyi amaçlayan duygusal zekâ da vardır. İnsanın akıl ve kalp boyutunda eğitilmesi, insan beyninin sağ ve sol kürelerinin aynı anda işlevsel hale getirilmesi ve gelişimlerinin sağlanması anlamına gelir. Dinî ilimlerle manevi terakki, fennî ilimlerle maddi gelişme sağlanarak akli melekeleri güçlü ve vicdani özellikleri sağlam olan insan modelini hedefleyen bu yaklaşım bireylerin tekâmülü, toplumların terakkisi ve medeniyetlerin teşekkülü açısından önem arz etmektedir.

İlk eğitim yerinin aile ve ilk öğretmenin de anne olması münasebetiyle “İnsanın en birinci üstadı ve te’sirli muallimi, onun validesidir”[35] diyen Nursi, çocuğun duyuşsal alandaki öğrenmelerinde annenin çok daha etkili olduğunu kendi hayatındaki şu örnekle açıklar.  “Ben seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum.”[36]  Aynı şekilde J.J. Rousseau, “çocuğun ilk eğitimi en önemli eğitimdir, ailede başlar ve erkeğin değil kadının işidir”[37] diyerek evde kadının çocukları eğitmedeki rolünün ne kadar önemli olduğunu belirtir. Rousseau’ya göre çocuğun ilk eğitimi ailede, anne ve babanın sorumluluğunda başlar. İnsan dahil her şey iyi olarak yaratılmasına rağmen insanoğlunun elinde dejenere olmaktadır. İnsanlar, çocuğun ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiği konusunda pek çaba sarfetmezler, onun hep bir yetişkin gibi olmasını beklerler. Çocuğun istediği gibi değil kendi istedikleri gibi bir birey olmalarını isterler. Bu muamele çocuğun doğasına aykırıdır. İbni Sina, çocuğa aşırı müdahalenin onun doğasına müdahale ve fıtrata aykırı olduğunu ve çocuğu eğitmenin en iyi yolunun onu kendi doğasında eğitmek olduğunu belirtir. J.J. Rousseau, çocuğun doğal ortamda eğitilmesi gerektiğini savunurken İbni Sina, çocuğun kendi doğasında eğitilmesi gerektiğini önerir. Bu bağlamda çocuğun kendi doğasına ve doğal ortama uygun, fıtrat üzerine yetiştirilmesi için anne ve babanın eğitimli, bilinçli ve öğretmenlik vasıflarına sahip olmaları gerekmektedir. Özellikle annenin çocuk yetiştirme konusunda iyi derecede eğitimli olması gereksinimi, kız çocukların eğitimden mahrum bırakılmasının ne kadar vahim bir durum olduğunu gözler önüne sermektedir.

Aile ve aile olma yolundaki gençlerin bu örnekte çıkaracakları çok büyük dersler vardır. Her ailenin en değerli varlığı çocuğudur. Onu hayata daha donanımlı ve eğitimli olarak hazırlamak için ellerinden gelini yaparlar. Bu süreçte aile içindeki davranışlarımız, söylemlerimiz, alışkanlıklarımız, yaşam biçimimiz, inançlarımız gibi yaşantıların çocuğun ileriki hayatını şekillendirmede temel oluşturduğunu ve ruhunda derin izler bıraktığını bilmemiz; bunları kontrol altına almamızı sağlar. Okul öncesi dönemde çocuklara verilen eğitimin, bundan sonra verilen tüm eğitimlerden daha etkili ve verimli olduğu hususunun tüm eğitim otoritelerince kabul görmesinin hikmeti de budur.

4. Ailenin Eğitsel İşlevi ve Çocuğu Yöneltme

Her ailede farklı düzeylerde değişik yeteneklere sahip bireyler bulunur.  Ailenin görevi, üyelerinin ilgi, ihtiyaç, merak, güdü, beklenti ve yetenek gibi bireysel özelliklerini belirleyip ona göre yönlendirmek ve eğitmektir. Aile sahip olduğu her türlü imkân ve fırsatı çocuğunun eğitimi ve gelişimi için seferber eder. Ailede her birey kendine özgü, ilgi duyduğu ve yetenekli olduğu alana yönlendirilir. Çocuğun yeteneklerini belirleyip yönlendirmek ve yetenekleri doğrultusunda eğiterek yetiştirmek için ailenin eğitimli olması şarttır. Özellikle etki gücü ailesine bağlı, özgüveni basiretini aşan, kör cesaretin hâkim olduğu hassas dönemlerde çocuğu eğitmek için ailenin iyi bir veri mühendisi olmanın yanı sıra dikkatli bir yetenek avcısı da olması beklenmektedir.

Aile, kendi içinde ideal rol modeller oluştursa bile çocuğun sanal ve fiziki/gerçek çevresi onu ciddi derecede etkilemektedir. Aile içinde bireysel yaşamı tercih eden çocuk, tamamen sosyal medyanın etkisi altındadır. Orada edindiği çevre ve arkadaşlıklar; onun kişiliğini, karakteristik yapısını, meslek seçimini, dünya görüşünü, yaşam felsefesini ve bu yöndeki tüm tercihlerine etki eder, belki de değiştirir. Bu nedenle çocuğun kontrolünü sağlama ve yönlendirmede ifrat ile tefritten uzak dosdoğru yolu yakalamak elzemdir. Aşırı kontrol altındaki çocuğun oluşturacağı ezik kişilik ile kontrolsüz çocuğun oluşturacağı sorumsuz kişiliğin sorunsal bir durum olduğu bilinmektedir.

Kendi ayaklarının üzerinde durabilen, görev ve sorumluluklarının farkında olan, akademik özgüveni yüksek, ahlaken olgunlaşmayı sağlayan erdemli bireyler, aşırı uçlardan uzak denge anlayışının hâkim olduğu ailelerde yetişirler. Aynı şekilde cömertlik, cimrilik, temizlik, düzenlilik, dağınıklık, çekingenlik ve sosyallik gibi alışkanlıklar da çocukluk döneminde aile içinde kazanılan özelliklerdir. Bu anlamda aile istenilen rol model görevini üstlenerek toplumsal gerçeklere uygun ve sosyal kabul gören davranış ve söylemlerle çocuğa örnek teşkil etmelidir. Aile içinde çocuk anne babanın kendisine yönelik davranış ve tavırlarından çok birbirleriyle olan tavırlarına ve davranış biçimlerine dikkat eder. Çocuk, kendisine yönelik davranışların annelik ve babalık refleksinden kaynaklı korumacı bir yaklaşım olduğunu anlayabilir ve bunu aile saadeti için gerçekçi görmeyebilir. Çocuk, aile ortamının gerçekten huzurlu ve mutlu olup olmadığını ebeveynlerin birbirlerine olan tavırlarından kolayca anlayabilir. Nursi, bu durumu “Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder.”[38] ifadesi ile dile getirmektedir. Çünkü anne ve babanın çocuğa şefkat ve sevgi göstermesi, çocuğun kendini güvende hissetmesi ve hayatta kalması açısından önemlidir. Ancak anne ve babanın birbirlerine olan tavırları, davranış ve söylem biçimleri çocuğun kişilik gelişimi ve karakteristik özelliklerinin şekillenmesi açısından önemlidir.

Ailelerin; yaşam biçimleri, alışkanlıkları, değerleri, inançları ve benzeri karakteristik özellikleri çocukların kişilik gelişimine önemli derecede etki eder. Örneğin otokratik, baskıcı aileler çocuklarını katı kurallar ve baskı altına alarak yetiştirirler. Sevgiden mahrum bırakılan bu çocuklar suçlayıcı ve cezalandırıcı bir muameleye tabi tutulurlar. Sonuçta aşırı hassas, duygusal, isyankâr ve başkalarının etkisinde olan bir kişilik profili ortaya çıkar. İlgisiz ve kayıtsız ailelerde ise çocuğu ihmal etme, yalnız bırakma, görmezden gelme gibi sorumsuzluklar görülebilir. Bu durum çocuğu sevgi ve ilgi görebileceği başka rol model arayışına iter. Böylece güven ile güvensizlik arasında bir karakter sorunu ortaya çıkabilir. Tutarsız ve kararsız ailelerde çocuğa karşı söylem ve davranışlarında çelişkiler ve uyumsuzluklar bulunur. Çocuğa karşı güven telkinin güvensiz yollarla yapılması çocuğu şüphe ve kararsızlığa iter. Böylece çocuklar asi, hırçın ya da pısırık, içine kapanık gibi zıt karakterler geliştirebilirler.

Çocuğu esas kabul eden ve merkeze alan ailelerde aşırı serbestiyet ve özgürlük, kuralsızlığın ve denetimsizliğin hâkim olduğu bir aile ortamı söz konusudur. Burada “Çocuk üzülmesin, yorulmasın, çocuğun her şeyi söyleme ve yapma hakkı var, ona dokunulmasın, yeter ki çocuğun isteği olsun.” anlayışı hâkimdir. Bu ailelerde doyumsuz, bencil ve sabırsız çocuklar yetişir. Korumacı ailelerde çocuğa gereğinden fazla özen gösterme ve her türlü ihtiyacının aile tarafından karşılanması söz konusudur. Bu da çocuğu aşırı bağımlı, güvensiz, duygusal ve kırılgan yapar. Demokratik ailelerde yapılmasına izin verilen ve verilmeyen işler bellidir. Çocuk birey olarak kabul edilip söz hakkına sahiptir. Bu tip ailelerde özgüveni yüksek, kendi kararlarını alabilen, sınırlarını bilen saygılı, paylaşımcı, görev ve sorumlulukların farkında olan bireyler yetişir.

Sonuç ve Tartışma

Toplumların en temel unsuru, özü ve çekirdeği olan aile, insanlıkla birlikte var olan toplumsal bir müessese olmanın yanı sıra bireye, topluma ve insanlığa önemli katkılar sağlama görevini de üstlenmiştir. Bu görevin daha sağlıklı ve efektif olarak yerine getirilmesi için ailenin temel özelliklerine işlevsellik kazandırılmalıdır. Bu bağlamda aile mefhumunun; aile içinde ebeveynlerin çocuğa karşı olan sevgi ve muhabbetlerinden çok birbirlerine karşı olan davranış ve söylem biçimlerinin önemi, çocuğun dinî ve vicdani eğitiminin yanı sıra akli ve fenni eğitim ile donatılması, çocuğa sadece dünya menfaatine yönelik bir eğitim değil ahireti kazanmaya yönelik bir eğitimin de verilmesi ve çocuğa karşı şefkat ve fedakârlık göstermede ifrat ve tefritten uzak vasat dairede dosdoğru bir yolun takip edilmesi gibi ailenin dört temel özelliğine işlevsellik kazandırmak ve anlaşılabilirliğini sağlamak; sağlıklı nesiller, sağlıklı toplumlar ve sağlıklı bir gelecek için elzemdir.

Aile bir tarafta neslin devamını sağlamaya çalışırken diğer yanda insan türüne istikrar ve istikamet kazandırmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda aile onuru, mahremiyeti, ahlaki yapısı, inançları, tercihleri ve çocukları yetiştirme biçimleri insanlık değeri açısından önem arz etmektedir. Çocuk sahibi olma ve yetiştirme konusunda ailenin mahremiyet özelliğini Brandeis, “insanların yalnız kalma hakkı” ve “özgür insanlar tarafından en çok değer verilen hak” olarak tanımlamaktadır. Aileyi kutsayan bu tanım, mahremiyetin birey, aile, toplum ve insanlığın fıtri bir özelliği olduğunu göstermektedir. Bu görüşe göre eğer bir yaşam biçimi size güven veriyor, mutlu ve huzurlu kılıyorsa orada özgürlük var demektir. Mahremiyet sizi güvenli ve huzurlu kılar. Mahremiyetsiz bir yaşam beraberinde korku, kaygı ve endişe getirebilir. Korku, kaygı ve endişelerin olduğu bir yaşam biçiminde özgürlükten söz edilemez. Lyon, çağdaş aile bünyesindeki mahremiyeti özgürlüğün önündeki en büyük engellerden biri olarak görmektedir. Özgürlük kavramını insanlık fıtratına aykırı tanımlayan bu ve benzeri kişiler sonsuz yaşama isteğine sahip olmalarına rağmen insan hayatının dünyadan ibaret olduğunu düşünürler. Bunlar sağlıklı bir toplum için aileye ihtiyaç olmadığını ve insan neslinin devamı ve çoğalma için de evlilik ve nikâha gerek olmadığını savunurlar.

Ailenin yapısını bozan, toplumları kaosa sürükleyen ve insanlığın geleceğini tehlikeye atan ailesiz toplum ve nikâhsız çoğalma yaklaşımları başta İslam dini olmak üzere tüm semavi dinlerce kabul görmemekte ve insan onuruna aykırı bulunmaktadır. Bu nedenle Nursi, ailenin bireyin en güvenli sığınağı, moral kaynağı, teselligâhı olduğunu söyler. Ailenin mahremiyeti ve ahlaki yapısı toplumun asayişini muhafaza ettiği gibi insanlığın onurunu da korumaktadır. Bu görevi yerine getirirken aile duyuşsal, bilişsel ve sosyal yönde çocuğu bir bütün olarak eğitir. Aile duyuşsal eğitimle çocuğu vicdanî ve dinî yönden yetkin kılarken, bilişsel eğitimle akıllı ve mantıklı olmasını sağlar. Doğru düşünmesini, doğru kararlar almasını, toplumsal kabul gören doğru kişilik özellikleri geliştirmesini sağlar. Bu anlamda çocuğa kazandırılacak dinî ve fennî ilimler onun vicdani ve akli terbiyesini ve gelişimini de sağlayacaktır.

Aile, çocuğunu dinî ve fennî yönlerde eğitirken aynı zamanda onu dünyevi ve uhrevi yönlerde de eğitmeye çalışır. Dünya menfaatlerine yönelik eğitim bireyi tatmin etmeye yetmediğinden her zaman eksik kalır. Maddi yönde bir doyum sağlasa bile arzu ve isteklerine yönelik duyguları tatmin edemez. Çünkü dünyevi saadet sahip olma da sınırsızlık ve ebedi yaşama isteğinin tatmin edilmesi ile mümkündür. Aile eğitiminin dünyevi ve uhrevi olması gerektiğini söyleyen Nursi, aileye iman ışığının girmesinin, bireyin duygu ve düşünce bağlamında bir bütün olarak eğitilmesi açısından önemli olduğunu belirtir. Birey dünya menfaatlerine yönelik bir çaba ortaya koyabilir, statü ve saygınlık isteyebilir, sevgi görmek, merhamet etmek, şefkat göstermek isteyebilir. Birey konuşmak, paylaşmak, iş birliği yapmak, görev ve sorumluluklar almak isteyebilir. Birey sonsuz bir yaşam için ebedi bir alemin özlemini duyabilir. Birey, bütün bu duyguları o küçücük bünyesinde barındırabilmek için çok güçlü bir aile desteğine ve esaslı zülcenaheyn özellikte bir eğitime ihtiyaç duyar.

En esaslı ve sarsılmaz eğitim ailede alınan eğitimdir ve bireyin ilk öğretmeni hiç şüphe yok ki onun annesidir. Bu nedenle bireyin küçük yaşta ailesinden aldığı eğitim daha sonra alacağı tüm eğitimlerin temelini oluşturduğu gibi kişilik yapısının esaslarını da oluşturmaktadır. İman hakikatlerini rehber edinen aileler kâinata meydan okuyan bireyler yetiştirerek insanlığa büyük hizmetler sunmaktadır. Bireyler aileye, aileler topluma, toplum insanlığa fedakârane bağlıdır. Bu kurumlar birbirini teyit eder, güç verir, istikrarı sağlar ve birey ailesiyle kardeşleriyle güçlüdür. Bu süreçte ailenin çocuğa karşı fedakârlıkta ifrat ve tefritten uzak vasat noktasında kalması, dengeyi sağlaması ve koruması gerekir.

 

Kaynaklar

ACAR, Ali, Türk Aile Yapısı ve Kızılcahamam Aile Yapısı Üzerine Bir Araştırma, İstanbul: Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1990.

ADIGÜZEL, Abdullah, Eğitimden Öğrenmeye Pedagojik Yaklaşım: Öğrenme Pedagojisi, Eğitim Yayıncılık. Konya, 2023.

AKSOY, Zeynep. Demir, Fatma.  Nurbanu Şimşek, Gülay. Keçeli, Halide, Yuvalarımız Tahassüngâhımız Olsun mu? Bizim Aile Dergisi, 2020.

AYDIN, Mehmet Zeki, Çocuğun Eğitiminde Ailenin Önemi. Somuncu Baba Aylık İlim Kültür ve Edebiyat Dergisi. Sayı 168, 2014

BİLGİN, Serdar,  Risale-i Nur’da Aile Kavramı. Risale haber. 2018.

BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Eğitim Psikolojisi II, (iki cilt bir kitapta), Ankara: Binbaşıoğlu Yayınevi, 1978.

ÇİMİÇ, Abdülbaki, Bediüzzaman’ın Ailesi. Yeni Asya Yayınları. İstanbul, 2018.

DURAN, Bünyamin, Sülükçüler, Sevgi, Said Nursi’nin Aile Modelinin Firma Ailesine (Stakeholder) Uygulanması. İktisat Sayısı, 2017, (3) 147.

ERKAL, Mustafa, Sosyoloji (Toplum Bilimi), İlaveli 3, b., İstanbul, 1987.

FREYER, Hans, Din Sosyolojisi. Çev. Turgut Kalpsüz. Üniversitesi Basımevi. Ankara, 1964.

KIR, İbrahim, Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin İşlevleri. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 2011, 10 (36) 381-404.

GÖKALP, Ziya, Makaleler 1x, Hz.: Şevket Beysanoğlu, İstanbul, 1978

GÖKÇE, Birsen, Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme, Aile Yazıları I, 1990.

KARATAŞ, Kasım, Toplumsal Değişme ve Aile. Toplum ve Sosyal Hizmet, 2001, 12 (2), 89-98.

NİRUN, Nihat, Sistematik Sosyoloji Yönünden Aile ve Kültür, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını Sayı:73. Ankara, 1994.

NURSİ, Said, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

NURSİ, Said, Şuâlar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

NURSİ, Said, Asâ-yı Mûsâ, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

NURSİ, Said, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

NURSİ, Said, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

ÖZGÜVEN, İbrahim Ethem, Evlilik ve Aile Terapisi. Psikolojik Danışma Rehberlik Eğitim Merkezi Yayını, Ankara, 2000.

ROUSSEAU, Jean Jacques, Emile ya da Eğitim Üzerine, İş bankası Kültür Yayınları. 2016.

SEZAL, İhsan, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Birlik Yayınları. Ankara, 1981.

ŞAHİNER, Necmeddin, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Nesil Basım Yayın, 2004, s. 22.

TEZCAN, Mahmut, Eğitim Sosyolojisi, 4.Baskı. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara,1985.

 

[1]       İbrahim Kır, Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin İşlevleri. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 2011, s.382

[2]       Ziya Gökalp, Makaleler 1x, Hz.: Şevket Beysanoğlu, İstanbul, 1978, s.12

[3]       İhsan Sezal, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Birlik Yayınları.1981, s. 23

[4]       Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 235

[5]       Bünyamin Duran, ve Sevgi Sülükçüler, Said Nursi’nin Aile Modelinin Firma Ailesine Uygulanması. İktisat Sayısı (3) 147

[6]       Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

[7]       Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 230

[8]       İbrahim Ethem Özgüven, Evlilik ve Aile Terapisi. Ankara: Psikolojik Danışma Rehberlik Eğitim Merkezi Yayını. 2000, s. 15

[9]       Bkz. Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 236

[10]     Bkz. Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 231

[11]     Mahmut Tezcan, Eğitim Sosyolojisi, 4. Baskı. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1985, s. 25

[12]     Bkz. Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s.374

[13]     İbrahim Kır, Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin İşlevleri. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 2011, s.382

[14]     Said Nursi, Asâ-yı Mûsâ, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 43

[15]     Detaylı Bilgi İçin Bkz. Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s.341

[16]     Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

[17]     Cavit Binbaşıoğlu, Eğitim Psikolojisi II, Binbaşıoğlu Yayınevi.1978.

[18]     Ali Acar, Türk Aile Yapısı ve Kızılcahamam Aile Yapısı Üzerine Bir Arastırma, Doktora tezi, 1990

[19]     Bkz. Ali Acar, Türk Aile Yapısı ve Kızılcahamam Aile Yapısı Üzerine Bir Araştırma, Doktora Tezi, 1990

[20]     Bkz. Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.

[21]     Hans Freyer, Din Sosyolojisi. Çev. Turgut Kalpsüz. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. 1964

[22]     Birsen Gökçe, Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme, Aile Yazıları I, 1990

[23]     Detaylı bilgi için Bkz. Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s.341.

[24]     Bkz. Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005

[25]     Mustafa Erkal, Sosyoloji (Toplum Bilimi), İstanbul. 1987

[26]     Said Nursi, Şuâlar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005 s. 236

[27]     Said Nursi, Şuâlar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005. S. 121

[28]     İbrahim Ethem Özgüven, Evlilik ve Aile Terapisi. Ankara: Psikolojik Danışma Rehberlik Eğitim Merkezi Yayını, 2000, s.10

[29]     Nihat Nirun, Sistematik Sosyoloji Yönünden Aile ve Kültür, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1994, s. 16

[30]     Birsen Gökçe, Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme, Aile Yazıları I, 1990, s. 47

[31]     Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 106

[32]     Said Nursi, Lem’alar Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 235

[33]     Bkz. Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 235

[34]     Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 1974, s.22

[35]     Bkz. Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005. S. 236

[36]     Bkz. Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005.  S.  235

[37]     J.J. Rousseau, Emile ya da Eğitim Üzerine, İş Bankası Kültür Yayınları. 2016.

[38]     Bkz. Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 106